ayaklarında ayakkabı olmazdı genelde.
yalınayak gezerdi andrew.
ya da en azından ben
hiç ayakkabıyla görmedim onu.
çok konuşmazdı andrew.
gerçi konuşurken hiç görmedim onu ama
yine de çok konuşmazdı.
çok konuşmazdı ama,
geceleri sesini duyardınız.
gündüzleri uyuyordu muhtemelen -bizim gibi.
sorumsuzdu andrew,
ve umursamaz ve sanki,
“sanki” özgürdü biraz..
bir duvarın ardında yaşıyordu benim gözümde ama
bir “duvar” varsa eğer
kimin içeride
kimin dışarıda olduğuna kim
nasıl karar verebilir ki?
duvarın ardında yaşıyordu evet
ama dışarıda diyemezdiniz.
tıpkı, içeride de diyemeyeceğiniz gibi..
kim bilir, belki de bendim dışarıdaki.
geceleri sesini duyardım bazen
ve bazen,
yanıma gelirdi andrew.
yatağıma girer ve bedenimi ürpertirdi.
ışığı yaktığımdaysa göremezdim ve zaten
belki de gelmezdi hiç yanıma.
bedenim belki de kendiliğinden
ürpermeye meyilliydi.
bazen korkuturdu beni.
bazen düşündürür,
bazen, uyutmazdı.
diğer zamanlarda ise hiçbiri.
kadınlar gibi değildi andrew.
senin gibi de değildi.
hele benim gibi -hiç!
kendi gibiydi sadece.
düşlerime girer uyandırırdı bazen beni.
ve bu yönüyle evet, diyebilirim ki biraz -kadınlar gibiydi.
andrew,
ahh andrew..
gecenin karanlığında sesi
bir özgürlük melodisi.
gecenin karanlığında sesi
ya da kendisi
failinin meçhul olacağı ta baştan belli bir cinayetin
son sahnesi -bir intiharın son nefesi/ydi.
gibiydi.
andrew.
ahh andrew.
ve masa altı sümükleri
tavanarası fareleri
halıdaki şarap lekesi
sabah ereksiyonları
akşamüstü otuzbirleri
beş çayı sikişleri
ve klozete ağzından boşalan alkol
ve yatağa sikinden boşalan seks
ve üstüne sifonu çektiğin aşk deneyimleri.
ve sigara yanıkları bedenindeki.
ve andrew.
bir ölümün, en tatlı endişesi..
***
çok kitap okurdu andrew, oysa bilirdi;
kitaplar yanılsamalardır sadece
gerçek olan; sokakta.
ve biz kitapları evimizde okuruz genelde
sokaktan uzakta..
o ise duvarın ardında okuyordu.
ya da bilmiyorum
sanki bana öyle geliyordu.
ve sanki,
sanki duvarın bu tarafına geçmek istiyordu andrew.
ama biliyordu;
bir şeyi istiyor olmanın sebebi bazen
sadece o şeyin bir başkasına ait olmasıdır.
bunu biliyordu.
bunu biliyordum.
andrew, bunu biliyordu.
bunu bildiğini, biliyordum.
ama o, benim onun bunu bildiğini bildiğimi bilmiyordu.
bilmiyorum.
hayatı boktandı andrew’un.
yalnızdı.
yanında birilerini istediğinde yalnızdı
ve yalnız olmak istediğinde yine yalnızdı andrew.
hayat dayanılmaz olduğunda
köşesine çekilirdi ve anladığım kadarıyla hayat
ona hep dayanılmaz gelmekteydi.
tanrıya inanmazdı andrew
inanılacak kadar inanılası bir tanrısı olmamıştı hiç.
olsaydı belki inanırdı -olmadı.
bir keresinde birkaç gün haber alamadım andrew’dan
yanılmıyorsam bir hafta kadardı.
konuşmadı geceleri benimle.
yatağıma falan da girmedi.
gittiğini düşünmüştüm -habersiz ve öylece
bırakıp gittiğini..
gördüğümde “neredeydin?” dedim ona.
cevap vermedi.
“neredeydin?” dedim
duymadı sanki beni.
“sana” dedim, “o kadar alışmışım ki, uyuyamadım sesini duymadan.”
sonra andrew konuşmaya başladı
“çayını” dedi,
“şeker atmadan içemez hale geldiysen,
şeker bittiğinde suç, çayda değildir.
şekerde de değildir suç.
ve suç, sende de değildir.
ama bir yerdedir ve birindedir,
suç.
ama
nerede?” dedi
“kimde?”
anlamadım.
çoğu zaman anlayamazdım onu dilini bilmiyordum çünkü.
anlamıyordum ama zaman zaman anladığımı sanıyordum.
çünkü farkındaydım, insanlar da benim dilimi bilmiyorlardı.
ama anlıyorlardı beni -anladıklarını sanıyorlardı.
bilmiyordum.
***
bir gün öldü andrew.
sabah uyandığımda gördüm ölü bedenini.
dayanamamıştı artık -bırakmıştı.
kimsesi yoktu.
benden başka kimsenin, öldüğünden haberi yoktu.
benden başka kimsenin, var olduğundan bile haberi yoktu.
ama oradaydı işte! görmüyor musun! ORADA!
hiç geciktirmden cenaze işlemlerine başladım
dediğim gibi kimsesi yoktu belkide benden başka.
boyu kısaydı andrew’un
3 ile 5 santim arası bir şey olmalıydı.
bir kutunun içine koydum onu.
kutuyu kağıtlarla ve biraz da kolonya ile doldurdum
ve yaktım.
güneşin batışına karşı
yaktım andrew’u.
tanrıya inanmazdı çünkü.
gömülmeye ihtiyaç duymazdı andrew.
külleri rüzgarda uçuştu.
ve sanki artık özgürdü andrew.
duvarı aşmıştı.
duvarı aşmış ve rüzgara kapılıp gitmişti -rüzgar olmuştu.
o günden sonra, duvarın adını “andrew duvarı” koydum.
ve evet bir fareydi andrew
ama hangimiz değiliz ki?
peki ya biz,
ne zaman aşabileceğiz o duvarı?
andrew’ın duvarını?
—
*Bu şiir ilk olarak 30 Ekim 2011 tarihinde benideoku.net adresinde yayınlanmıştır.