Orhan Pamuk’un kırk yıllık yazarlık serüveni içinden çıkmış romanlarından ve İstanbul ile Öteki Renkler kitaplarından seçilmiş metinleri bir araya getiren Ben Bir Ağacım, bir başlangıç kitabı niteliğinde.
Nitelikli bir Orhan Pamuk okuması için birkaç düzeyde birden bulunmak gerekir. İlk romanından bugüne, tek bir anlayışta kalmadı Orhan Pamuk. Bunun bazı sonuçları da oldu. Cevdet Bey ve Oğulları ile Sessiz Ev’i beğendiğini söyleyip sonraki dönemini yok sayan okuma biçimlerinde, yazınsal ölçütlerin ötesine geçen yargıların neredeyse belirleyici olduğunu söyleyebilir miyiz… Orhan Pamuk’un kendine özgü bir roman biçimini, kendinden önce yazılanların dışına çıkarak yaratma serüveninin önemli durakları olan Beyaz Kale ve sonrası, postmodernizmle de anlatıldığı için, kimilerince görmezden gelinir. Başka nedenler de var elbette ama onları konumuzun ne kadar dışına çıkarırsak, nitelikli bir eleştirel okumaya o kadar yaklaşmış oluruz.
Orhan Pamuk’un kırk yıllık yazarlık serüveni içinden çıkmış romanlarından ve İstanbul ile Öteki Renkler kitaplarından seçilmiş metinleri bir araya getiren Ben Bir Ağacım, bir başlangıç kitabı niteliğinde. Orhan Pamuk nasıl romanlar yazıyor, sorusunu soran genç ya da yetişkin okurlar, doğrudan yazarın kendisinin seçtiği örnek metinleri okuyarak yeterli bir düşünceye varabilir. Her seçki gibi, okuru, okuduğu metinlerden yazarın öteki kitaplarına gönderen bir seçki bu da. Antolojilerin, beğendikleri metinlerden çıkarak okurların diledikleri yazarları seçmesini sağlaması gibi, Ben Bir Ağacım da hem bütün Orhan Pamuk kitaplarına yönelmeye neden olabilir hem de okura kitaplardan bazılarını öncelikle seçme fırsatı verebilir.
Mevlut ile tanıştık…
Ben Bir Ağacım’ın önemli ve hemen herkesin öncelikle ilgisini çeken özelliği, Orhan Pamuk’un yeni romanı Kafamda Bir Tuhaflık’tan bir bölümün de bulunması. Önümüzdeki yılın başında yayımlanacak romandan otuz sayfalık bir bölümü okuma fırsatı elbette önemli. Romanı bütün bütüne anlamamızı sağlayamasa da, anlatım biçimini, hikâyesinin nasıl gelişebileceğini anlatacak bir bölüm bu. Ben Bir Ağacım’ın öncelikle genç okurlar için hazırlanması nedeniyle, romanın kahramanı Mevlut’un ortaokul yıllarının anlatıldığı bölümü seçmiş Orhan Pamuk.
“Mevlut’un Ortaokul Yılları”nda, Duttepe Atatürk Lisesi’nin orta bölümünde okuyan Mevlut, böylece kişiliğinin ilk oluşum yılları içinde görünür. 1970’lerin hemen başıdır. Demek 12 Mart yıllarından başlayıp belki yakın geçmişimize uzanacak bir hikâyesi vardır Kafamda Bir Tuhaflık’ın. Duttepe Erkek Lisesi başlangıçta orta sınıftan seçkin ailelerin çocukları için kurulmuş görünse de, neden sonra Mecidiyeköy’ün sırtlarında kurulan gecekondu mahallelerinin çocuklarıyla dolunca, okulun yöneticilerinin de canı sıkılmıştır. 1970’lerde bir devlet okulundaki öğretim koşulları nasıl otoriterleşmeye ve bozulmaya başlamışsa, Duttepe Erkek Lisesi de öyle bir değişim yaşamaya başlamıştır. Mevlut yoksul bir ailenin çocuğudur. Tipik bir lise müdürünün, resmi eğitimin saçmalıklarıyla yönettiği okulda, zenginlerle yoksulları da ayırmayı savsaklamadan yarattığı dünyanın ucundan tutan Mevlut, çevresinde olup bitenleri, lise öğrencileri arasındaki siyasal çatışmaları anlamaya çalışırken tam o yıllarda oluşan bayrak sevgisini de hayatının sonuna dek taşıyacağını düşünmektedir. Bazen kendi başına, bazen babasıyla birlikte sokaklarda yoğurt, boza satmaya başlamıştır Mevlut. Hem kazandıklarını babasına verir hem de okuldaki derslerine sarılır. Dışarıda bir şeyler satan öteki çocuklar gibi, okul dışı hayatını hep saklı tutar.
Orhan Pamuk, öyle anlaşılıyor ki, Kafamda Bir Tuhaflık’ta ülkenin önemli bir döneminin siyasal hayatının dönüm noktalarını da anlatacak. Mevlut bütün sıradanlığıyla o hikâyenin kıyısında köşesinde bulunacak. Sıradan bir insanın gözünden ve çevresinde olup bitenlerden, ülkenin kırk yıllık değişimini, sancılarını okuyacağız. Yaşadığımız hayatın bildik önemli dönemleri, romanlarda sıradan insanların gözünden anlatıldığında değer kazanır, bunu da bu okuma sırasında not düşebiliriz.
Sıkı bir hikâye anlatıcısı
Orhan Pamuk’un en önemli özelliklerinden biri, aynı zamanda sıkı bir hikâye anlatıcısı oluşu. Hikâye anlatmanın gözden düştüğü, bu eğilimin bizde yazılanları da etkilediği zamanlarda, Cevdet Bey ve Oğulları’ndan başlayarak, her zaman okurun ilgisini kışkırtacak hikâyeleri olan romanlar yazmayı amaçladı Orhan Pamuk. İçinde yaşayan kişilerin başından sonuna önemli değişimlere uğradığı, olayları birbirine bağlayarak iyi dokunmuş olay örgüleri kurmayı gerektiren, birbirine koşut ama her zaman birkaç katmanda birden gelişen ve merakla okunmayı başaran hikâyeler anlatmak değil mi ki usta bir anlatıcı olmayı gerektirir, Orhan Pamuk’un romancı olarak ustalığını göstermeyi en çok dilediği alanlardan biri bu oldu.
Elbette bunun için yazarın anlatacak hikâyesi olması gerekir ya da iyi bir gözlemci ve araştırmacı olması. Orhan Pamuk, Saf ve Düşünceli Romancı kitabındaki roman derslerinde, bunları nasıl oluşturduğunu anlatır. Kendi yaratım sürecini dışavururken herkes için önemli deneyimler aktarır. Yazma deneyimlerini bir roman anlayışı olarak da geliştirdi o. Kendisi ayrıntılı biçimde irdeler, görsel anlatım, Orhan Pamuk’un içinde yaşadığı anlatım biçimi. Beni Bir Ağacım’da Kara Kitap, Benim Adım Kırmızı, Kar ve Kafamda Bir Tuhaflık’tan seçilmiş örnek bölümleri okuduğumuz zaman, onun görsel anlatımla göstermek istedikleri de anlaşılmaya başlar. Çoğunda bir sahne belirir gözümüzün önünde. Belli ki üstünde çok düşünülmüş, iyi tasarlanmış, ayrıntılandırılmış sahneleri, tıpkı yazarın o metinleri yazarken yaptığı gibi, gözümüzün önünde gerçekten yaşanıyormuş gibi canlandırırız zihnimizde.
Gerçek hayatın sayısız ayrıntısı vardır, bazıları onu çok iyi anlatırken, bazıları pekâlâ görmezden gelinebilecek ayrıntılar. Dolayısıyla görsel anlatım ayrıntıların zenginliğinden güç alır. Sözcüklerin anlamına dayanan dil içi anlatım biçimine göre, somut ayrıntılar öne çıkar. Somutluk, Mevlut’un ortaokul yıllarının hikâyesinde anlatımın temelini sağlamlaştırır. Oysa hemen, somut olanın yazınsal metni tehdit de edeceği gelebilir akla; başıboş biçimde kullanılırsa anlatının düzeyini aşağıya itebileceği. Demek ayrıntı seçimi ve o ayrıntıların işlevli oluşu, bir durumu, bir kişilik özelliğini, giderek ruhsal anları ve çatışmaları gösterdikleri sürece değer kazanır metin içinde.
Orhan Pamuk, somut olanın –eşyanın, nesnelerin, davranışların, doğrudan sözün– nasıl kullanılması gerektiğini gösteren romanlarıyla da önemli bir örnek oldu. Ben Bir Ağacım’da bunun dışına çıkmaya en yakın bölümler Benim Adım Kırmızı’dan geliyor. Orada bile nakkaşların kitapları, resimleri, figürleri, renkleri, sanat üstüne doğrudan sözleri verir somutluğu.
Tarih, kendisini nasıl insan ruhu ve düşüncesiyle yeterince aktaramazsa, tarihsel anlatılar da somut nesnelere, eşyaya, mekânlara gereksinim duyar. Orhan Pamuk, Ben Bir Ağacım seçkisinin sunuşunda, “Bu küçük kitabın kalbinde hakkında hayaller kurmaktan hoşlandığım iki konu var: Tarihin esrarlı yüzü ve çocukluk ve öğrencilik yıllarının hatıraları. Romanlarımda, düzyazılarımda bu iki kaynağa hep geri döndüm. Her seferinde de iki konunun kafamda iç içe geçtiğini hissettim. Yani: Tarihin çocuksu yanı ile çocukluğun tarihsel yanı,” diyor.
Kitapta çocukluk ve öğrencilik yılları Mevlut’un hikâyesiyle İstanbul kitabından alınmış bölümlerde çok baskın. Bu arada “Ben Bir Ağacım” adlı masal da çocukluk düşlerinden çıkmıştır. Öte yandan, hikâye anlatmaya tutkun pek çok romancı gibi, Orhan Pamuk da tarihin karanlık dehlizlerinde dolanmaktan hoşlanır. Özellikle Benim Adım Kırmızı’dan alınmış birçok bölüm, sanki bizi tarihin içinde yazılmış masallara götürür. Benim Adım Kırmızı Orhan Pamuk okurlarını belki en çok etkileyen roman oldu. Kurgusu, her bölümde yeniden yaratılan dili, sırlarını kıskançlıkla saklayan hikâyesiyle de önemli bir roman Benim Adım Kırmızı. Seçkinin ilgi çekici oluşunda ondan alınmış bölümlerin payı epeyce.
Ben Bir Ağacım’ın Doğan Kardeş Kitaplığı’ndan çıkmış olması yanıltmasın. Orhan Pamuk okumaları için, yazarınca seçilmiş metinlerden oluşan, her yaştan okurun öncelikle okuyacağı bir kitap çıkmış ortaya.