Aslında en çok beni sahiplenmeni sevmiştim ben.
Tıpkı küçük çocukların oyuncaklarını sahiplenmesi gibiydi her şey. O oyuncak sadece onundu ve kimse oyuncağı ondan alamazdı. Alınırsa eğer, ağlar ve dünyayı birbirine katardı. Ama er ya da geç o oyuncak geri alınırdı.
Çünkü o oyuncak onundu ve kimseye de vermeye niyeti yoktu.
Sıkıca sarılıp kokumu içine çekmeni severdim ben senin. Hiçbir şeyin umurunda olmadığı o saatleri severdim. Çünkü o an dünya sadece bizim için dönerdi ama zaman dururdu yanında.
Gün bitmemeliydi ve ben gitmemeliydim..
Yanındayken bile özlerken ayrıldığımız anda kokun gelirdi burnuma. Arkama baktığımda ise kollarını açmış beni bekler olurdun. Nasıl koştuğumu bilmeden nefesim kesilircesine geri gelir sıkı sıkı sarılırdım sana.
Söylediğim iki kelime üç olur en sonunda dört kelimeyle bitirirdi kendini.
“Seni gerçekten çok seviyorum.”
Ve şimdi baktığımda arkama ne sen varsın ne de kokun.
Gittiğinde anlamıştım bu gidişin dönüşü yoktu ama özlemi çoktu.
En sonunda senin yerini dökülen ağaç yaprakları, hiç durmadan yağan yağmurlar, en sevdiğim toprak kokusu ve sonbahar aldı.
Bende sonbaharı sevdim.
Sen gibi, sana sarılır gibi, seninleymişim gibi sevdim.
Benim sonbaharım sendin.