Yapacak hiç bir işim yoktu bütün gün. Sigaramı bitirdikten sonra biraz televizyon izliyecektim. Öğlene kadar bir iki saat televizyon karşısında geçirdikten sonra güzel bir yemek söyleyecektim kendime. Hiç aç değildim ama yemek fikri ağzımı sulandırmıştı. Öğlen yemeğinde güzel bir çin yemeği, kokusunu alabiliyordum.
Bir kaç saat geçmesine rağmen hala acıkmamıştım. Midem boştu ama kafam, kafam açlıktan çok uzaktı. Aklıma takılan sorular, içimde doğru olmayan huzursuzluklar vardı. Sigaraları ardı arkasına yakıyordum bu huzursuzluğu dindirmek için. Olmadı! Boğazım kuruyor, kurudukça bir tane daha yakıyordum. Bu duyguları sigara dumanına boğmalıydım. Daha önce yapabilmiştim, yine yapabilirdim. “Dışarı çıkmam gerek” dedim birden kendi kendime. Dışarıda güzel bir hava vardı, biraz sahile gidip kitap okuyabilirdim. Şansım varsa oturacağım bankın önü açık olurdu ve biraz boğazı seyredebilirdim. Geçip giden gemileri izlemek, onların içindeki canlara hikayeler katmak beni hep rahatlatırdı. Yemeğimi de dışarıda yerdim. Sahilde bir çay ve bir tost beni doyurmaya yeterli olurdu.
Hemen üstümü giyindim ve dışarı çıktım. Akaretler yokuşundan yavaş yavaş yürüyerek Beşiktaş’a indim. Bu yokuş çok hoşuma giderdi. O yüzden hep burdan yürümeyi tercih ederdim. Geniş kaldırımlar, arnavut kaldırımlı bir yol ve sayısız hatıra vardı her bir karışında. Burdan yukarı heyecanla koşarak çıktığım günleri de, ağlayarak ağır ağır indiğim günü de dün gibi hatırlıyorum gözümün önünde.
Beşiktaş yine her zamanki gibi çok güzeldi. Kalabalık ve gürültülü. Bir çingene kızına benzetirdim bu semti hep. Rengarenk ve cap canlı, hayat dolu ama bir o kadarda hırçın ve öfkeli. Ben kendimi huzurlu hissederdim bu semtte. Bütün hayatım burada geçmişti. Arada uzun süre ayrı kaldığım olmuştu buradan ama yine dönüp dolaşıp gelmiştim. Şimdilerde herkesden uzaklaşmak için kullanıyorum bu semti. Benim gizli sevgilim. Ne zaman canım sıkılsa koşarak geliyorum kollarına.
Sahilde bir tost bir çay keyfimden sonra yavaş yavaş yürümeye başladım Dolmabahçe yollarında. Kavak ağaçlarının altında yürürken huzur doluydum. Tatlı bir rüzgar çıplak kollarımı öpüyordu. Arabalar hızla yanımdan geçip giderken, ben onların hiç birine aldırış etmiyordum. Ben yalnız yürüyordum bu yolu, kimse yoktu etrafımda. Sadece kavak ağaçları, kuşlar ve ben. Birde anılarım vardı her bir adımımda canlanan vede hayallerim.
O genç çocuğu görebiliyordum. Karşı kaldırımda yürüyorlardı. Yanında da güzel bir kız. Uzun sarı saçları vardı kızın. İncecik bir vücut, çok narin gözüküyordu. Çocuğun koluna girmiş yavaş yavaş yürüyorlardı. Ara sıra bir kahkaha patlatıyordu kız. Belli ki komik bir sohbet geçiyordu aralarında. Kızı göremiyordum ama çocuğun suratını görebiliyordum. Gözleri parlıyordu. Kızdan başka hiç bir yere bakmıyordu. Arasıra kızı öpmek istiyordu ama kız öptürmüyordu. Öptürmezler çünkü bu memlekette, kavakların altında yürürken aşık olduğun kızı öpemezsin, çünkü bir gören olur. Sahile gidersin, uçsuz bucaksız denizin üstünde parlayan ay tanrıçasının önünde aşkını ilan edersin ona, kalbini göğüs kafesinden söküp onun ufacık ellerine bırakırsın ama öpemezsin. Aile vardır mutlaka bir yerlerde. Çocuk her adımda biraz daha öpmeye uğraşıyordu ama kız her seferinde aynı çeviklikle geri çekiyordu kafasını. Hoşuna da gidiyordu, kırmızıya dönen yanaklarıyla saklamaya çalıştığı bir gülücük atıyordu çocuğa. Çocuk bir anda kızın önüne geçip durdu. Hiçbir şey söylemiyordu, sadece kıza bakıyordu. Kız anlam verememişti, ne olduğunu anlamaya çalıştı önce ama çok uzun sürmedi anlaması. Çocuğun ilk hamlesiyle kızın geri çekilmesi bir oldu. Bir öpücük için dört dönüyordu yolun ortasında kimseye aldırmadan. Mutlu bir isyan çığlığı attı havaya ve kızın elini tuttuğu gibi devam ettiler yürümeye.
İşte Kabataş’a gelmiştim bile, güzel önü açık bir bank buldum. Çevrede turistler geziniyordu. Boğaz turu motorları kalkardı bu sahilden, o yüzden turist bol olurdu. İki motor arasında hiç de fena deniz görmeyen bir banka oturdum. Yanıma bir kitap almıştım ama hiç okuyasım gelmedi. Manzara çok güzeldi ve yürüdüğüm uzun yol beni geçmiş günlerimde uzun bir yolculuğa çıkarmıştı. Bugün ilk defa kendimi mutlu hissetmiştim.