Serserinin dik alası bir adamdı Uğur Abi.. Bu yarı açık, yarı kapalı, yarı zindan, yarı mahpus, çirkin ismiyle bir tutukevinde tanıştık.. Aksi değildi, diğer mahpuslar, ona hayret ederdi.. İlk havalandırmasını hatırlıyorum. Kim olursan ol, gösterdikleri ilk ranzaya oturur oturmaz ağlamaya başlarsın.. Fakat ağlamadı.. Aksine, sanki günlerdir yürüyormuş gibi yorgun gözleriyle süzdü yatağı. Koca bir çınar gibi devrildi yatağa, gözlerini kapattı. Valizi bir köşede kaldı. Meydancılar aldı valizini, ranzasının altına soktu. Herkes ilk düşüşü olduğunu biliyordu. Fakat ilk kez, böylesine biri geliyordu bu tutuk evi, ilk kez böylesine birini karşılıyordu bu ceza evinde. Uyurken gülümsedi, ilk sayımdan on beş dakika önce, sanki az önce kapatmış gibi açtı gözlerini. Kalktı sonra, göz göze geldik, Geçmiş Olsun, Allah Kurtarsın’ ve diğer uyduruk iyi niyet dilekleriyle beraber, valizini işaret ettim. Hoşgeldin Ağabey dedim. Hoş buldum dedi. Henüz tanışmamıştık. Fakat o benim ağabeyimdi. Biliyordum o benim ağabeyimdi. Sonra kalktı, sayıma on beş dakika vardı henüz, bir çırpıda buldu lavaboyu, yıkadı yüzünü, valizinden, oyalı bir havlu çıkarıp sildi yüzünü, üstünü giyindi. Ve Sayıma çıktık. Bir, iki, üç, yirmi yedi son, Gardiyanla göz göze geldi..
-Uğur hoşgeldin.
-Hoşbulduk..
Altı ayını bitirmiş bir mahkumdur, ilk kez bir gardiyanın birine hoş geldin dediğini duyuyordum. şaşkınlığımı gizlemeden döndük koğuşa, kahvaltı ve çay, Çay güzel demlenir her cezaevinde, fakat şeker kullanamazsın. Yirmi yedi kişiydik, altı çay kaşığı vardı, ve üzerinde küf,pas, pislikten görünmüyordu. Umursamadı Uğur Ağabey, bir şey bulup karıştırdı çayını, iki şeker, zift gibi demli. Öylece içti çayını, sonra yine ranzasına döndü, kahvaltıdan kırk beş dakika sonra, havalandırmaya çıktık. Ben yine voltadaydım. Türkü söyleyen Mardinli. Beraberdik voltada kaç zamandır. Fakat ben ve diğer üç yüz kişi arasından, sanki görünmez bir kalkanla yürüyen Uğur Abi, Bir toprak bulup uzandı toprağa.. yeni doğmuş güneşi seyretti, ellerini ensesine alıp.. Öylece uzaklara daldı.
Mardinli türküyü kesti, çok sürmez dedi, Asar bu kendini.
Sanmam dedim. Başka bir adam bu. Olayı var. Gardiyanlar söyledi. Yedi kişiyi kesmiş. Biri polis, on gün on gece işkence etmişler, gık dememiş. Nasıl bir adam bilmiyorum ama, Gardiyanlar bile hoşgeldin dedi. Gören 30 senedir içeride sanır. Oysa ilk düşüşü..
O kadar sevdiysen ayakçısı ol dedi.
Siktir lan dedim. Ne zaman ayakçı olduğumu gördün sen benim ?
Sustuk.. Sahi, ben hiç ayakçı olmamıştım. Her hafta param ve temiz kıyafetlerim yatardı. Kirlilileri verirdim, üç günde bir görüşe çıkardım. İyi halden giderdim kimse de bana dokunmazdı. Ben bir iki dokundum birilerine ama, sonra pişman olup özür diledim. Af edildim şükür. Zira burada şüphe, korku adamın aklını başından alır. Ben Umut militanıydım, bir gün, Bu gökyüzü ile barışacak, ve özgürce toprakta koşacaktım, Rutubetten kurtulacaktım.. Derken, bir şey oldu, ve on gardiyan ve savcı havalandırmaya indiler.. Herkesin gözü onlardaydı, Savcı resmen kumar oynuyordu, Yüz elli hırsız, katil arasındaydı. Yine de çok güvendeymiş gibi yürüyüp, Uğur’un yanına vardı.. Tüm gücüyle bağırdığı o kadar belliydi ki,
Kalk ulan Katil !
-Uğur ağzından sigarayı çıkardı, şöylece süzdü savcıyı ve diğer gardiyanları.
Tekrar gökyüzüne çaktı yeşil gözlerini, sanki altın ve zümrütten bir zırh giyiyor edasıyla, hiç umursamadı, Savcı o umursamayışın altında ezildi. Kaldırın diye bağırdı, önce direndi Uğur Abi, çenesine gelen yumrukla saldı kendini, ben koştum, Mardinli tuttu. Hiç gerek yok dedi. Yapma bırak dedim. Gidelim, öldürecekler..
Uğur Abi tepki vermiyordu, on gardiyan vuruyordu postal uçlarıyla, İnlemiyordu bile. Sonra en büyüğümüz bağırdı.
Yeter ! Savcı canına mı susadın, bırak adamı !
O Çelik ses, bir kılıç olup başta savcı ve on gardiyanın, sonrada duyan herkesin göğsüne girmişti. Kaldırdılar Uğur Abiyi, dişlerinden ve ağzından kan sızarken, hala gülümsüyordu. Bırakıp gittiler öylece, sonra koşup kaldırdım, koğuşa taşıdık 6 kişi, yaralarını sildik, yan koğuştan çiğ et alıp bastık şişliklerine, sonra revire çıkarın diye yalvardık diğer gardiyanlara, çıkardılar.. İki gün orada yattı, dönüp beş günde koğuşta, şişlikler ve morluklar indi, yaralar temizlendi.. Uğur Abi yine ilk tanıdığım gibiydi, havalandırmaya çıkıyor, uzanıyordu toprağa, Öylece seyrediyordu her şeyi, oysa ben hala ne gardiyanları, ne saldıranları, nede diğer mahkumların niye onları durduğunu anlamıyordum.. Öylece seyrettim Uğur Abiyi. Her gün, günaydın, bugün nasılsından öteye gitmedi. Hiçte sormadı adımı.. Böyle böyle, 7 ay daha geçti. Artık daha samimiydik, kitap geliyordu her hafta, bütün koğuşta kitap okutuyordu. Ara sıra sırtını duvara dayıyor, bir sigara yakıyor, şiir okuyor, sonra Mardinli’den türkü dinliyordu. Günler böyle geçiyordu, Sonra bir gün ansızın yangın başlıyordu, dört siyasi ve iki ağır adli koğuş isyana başlamışlardı. Şilteler yanıyordu. Bir şeylere tepkiliydiler anlıyordum. Fakat ne olduğunu bilmiyordum. Zira bizim koğuş, cezasına az olan, efendi iyi hal, yada şartlı tahliye bekleyen adamlardan ibaretti. Sonra demir kapının tüm kilitleri sertçe açıldı. Bastılar koğuşu, herkesi döve döve dışarı çıkardılar, Arama var diye bağırıyorlar, bir yandan da jopluyorlardı. Suçumuz olmadan, yine dayak yiyorduk.. Sonra kocaman bir jop kalktı kafama, Uğur abi atladı, iki eliyle durdurdu jopu, Ciğerlerinden bir bağırtıyla tüm inlemeleri susturdu.
YETER !
Bir an tereddüt ettiler, sonra yine dövdüler bizi, biri çok sağlam bir tekme indirdi çenesine, öylece yıktılar Uğur Abiyi, Devrilmiş bir çınar gibi, öylece bayıldı. Üstüne siper ettim kendimi, sırtıma vurulan ıslak jop acıtıyordu fakat hissetmiyordum. Sadece Uğur Abiyi düşünüyordum.. Düşündüm. Dayak yedim, tekrar, tekrar, tekrar, Sonra ağzından kan sızdı Uğur Abinin, sonra gardiyanlar hepimizin üstüne birer kova su döküp, koğuşa attılar hepimizi, iki gün kilit altındaydık, suyu saatli veriyorlardı, hiç bir şeyimiz yoktu. Ben ve Mardinli, bir de en büyüğümüz Başında nöbetleşe bekledik Uğur Abinin başında. Üç gün sonra, on beş gardiyan girdi hücreye, müdür yardımcısı, bir doktor, ve diğerleri. Uğur Abi doğruldu. Mardinli’yle koluna girdik, gerek yok der gibi bir işaret yaptı. Sonra savcı çıktı, doktor ve gardiyanlarla kaldık. Herkes soyunsun dedi Doktor. Muayne edeceğim. Soyunup sıraya girdik. Renk renk sopa izleriyle. Fakat Umursamadı Uğur Abi. Gardiyan’a tok bir sesle, havalandırmaya çıkmak istiyorum dedi.
Ama dedi Gardiyan, kelimeler boğazına düğümleniyordu, Çıkaramam.
Çıkarırsın, Çıkaracaksın. İlk ve son kez olarak bir dilek bu. Çıkar beni.
Tamam dedi gardiyan, ne doktora baktı, ne müdür yardımcısına, Koluna girmek için atıldık tekrar, döndü, göz göze geldik. Hiç görmediğim bir parlaklık vardı gözlerinde, tok bir sesle gerek yok dedi. Sanki savaş kazanmış bir komutan edasıyla muharebe alanını geziyordu.. Beraber çıktılar.. Parmaklıklı pencereden onu seyrettim.. Havalandırmaya çıktı, bir sigara yaktı, önce bağdaş kurup oturdu toprağa, yağmurdan yeni ıslanmış toprak, hem koğuşu dolduruyor, hemde ciğerlerimizi temizliyordu. Söndürdü sigarasını. Sonra avuçlayarak uzandı toprağa, Bir iki kuru öksürükle, kan sızdı ağzından, gülümsüyordu.. Koştum, Uğur Abi diye feryat ettim, ne gardiyanlar dokundu bana, ne de bir başkası, Toprağa değdi çıprak ayağım gittim, başında durdum, boynu ellerimin arasındayken, göz göze geldik yine. Gülümsedi.. Sonra yine gök yüzüne çaktı gözlerini.. Öylece de kaldı…