“Elif Beyza Geylani’ye sevgi ve özlemle…”
Duvar kenarından sessiz sakin yürüyen bir kız dikkatimi çekerdi lise yıllarımda.Tebessümüne şahit olurdum fakat konuştuğunu pek görmezdim.Pek fazla kitap okur,müzik dinlerken mest olurdu.Elbette bunları kendi anlatmadı lakin anlaması güç değildi.Zannımca kendi dünyasında daha mutluydu zaten bu dünyaya ait olmadığını erken gidişiyle anlattı hepimize.
Bir tebessümle başlayan arkadaşlığımız kelimelerin gölgesine sığınmadan üç sene boyunca daha sıcak tebessümlerle devam etti.Lisenin son senesinde sınıfımıza dahil oldu.Sınıf dediysem sıradan bir sınıf değildi. 2000lerin “Hababam” versiyonu.
Acısıyla tatlısıyla bir yığın anı…Tam o anıları mezuniyetle taçlandıracakken,birbirimize güzel başlangıçlar dileyecekken hatta belki de tutamayacağımız sözler verecekken(hayata yenilecektik çünkü öyle ya da böyle); sen bize tacın bir demir parçası,başlangıçların bitiş,hayatın ise beş harfli bir boşluk olabileceğini yine susarak öğrettin.Fakat kırıldım arkadaşım, tebessümle başlattığını,göz yaşlarıyla bitirmene çok kırıldım doğrusu… Yine de seni yüzündeki o tatlı gülüşünle anımsayacağım – bu her ne olursa olsun hayatın yenemeyeceği bir söz,merak etme-. Geride bıraktığın yaşlı gözlerden bahsetmeyeceğim sen de bizi güzel hatırlayasın diye.Fazla uzatmak da istemiyorum,sana yalan söylemeye veya hatıralarındaki bizlerin (annenin, babanın,kardeşlerinin ve dostlarının) gülüşlerini soldurmaya hakkım yok.Sadece seni çok özlüyoruz bu kadarını bilmen kâfi…
.
.
.
Yapamıyorum,içimde tutamıyorum arkadaşım söylemem gereken birkaç şey daha var,bilmelisin bunları çünkü bu sefer kelimelerin gölgesine sığınmak zorunda bıraktın beni ve bazen kelimelerin kalbe battığını da bilmelisin!..
Her şeyden az alırdın;bir yudum su,bir lokma ekmek…Tamam,biliyorum sevmedin bu sahtekârlıklarla dolu korkunç âlemi ve göç etmek istedin, başka diyarlar aradın.Ama hayattan da bir yudum alınmaz ki! Bak,arkandan ağladık…
Büşra Ayar