Orada bir köy var uzakta, o köy intihara meyilli sokakların yıkık evlerine sıva vurmaya üşenen ikametsiz duygu kolonilerine ev sahipliği yaparken, “dur, sen kimsin!” nidasını işittim sağ omzumu dayadığım kerpiç evin yanında. Tabiatın derin uykuda olduğu şu saatlerde hiç beklemediğim bu ses frekansını çözmeye çalışırken, beynim sesin sahibinin insan olduğu fikrine beni inandırmak için çok da çaba sarfetmedi. Dilim diş ve damaklarıma vurarak birazdan yapacağı senfoniye hazırlanmaya başladı. Ağzım gözlerimden yardım almak için çalıştırdığı tükrük bezlerinin malum sıvısını, az ötede toprağın üstüne nefesini ‘boş’a hiç harcamayan bir karga ölüsüne doğru fırlattı. Gözüyle kurduğu bu korelasyon sonucu, gözünü sesin geldiği yöne bakmaya ikna ederek Ağızdaki senfoniye son şeklini verdi.. “Sen Tanrı mısın?”.. ağzımdan saçılan harf parçacıklarının bu denli çabuk kaynaşıp hedefine yönelmesine çok şaşıran bir yılan kerpiç duvarın köşesinden sinsice süzülerek benimle gözgöze geldi ve birtakım isteklerde bulundu sanki. Zaten duyduğum sesin uyandırdığı merakın üstüne, tıslayarak verilmeye çalışılan mesaj kafamı iyice bulandırdı. Yapılacak şey aslında çok basitti. Yılanın etrafından dönerek biraz daha ilerlemek. Ya da dediğini yapmak.. “Sen insan mısın?” spiral şekle girmiş bir canlıya odaklanmış beyne domuz kurşunu atılmış gibi başım sesin geldiği yöne doğru titredi. Verebileceğim cevaplar, akabindeki tepkide oluşucak sonsuz ihtimaller okyanusuna atacağım bir taştı belki. Yoğunluğu yüksek ve etrafa saçacağı dalgalar gibi sürekli.. Önce en büyüğü süzülür ardından gücünü kaybeder ve giderek yok olur. Yok oluşu taşın dibe çökmesiyle doğru orantılı bir şekilde fizik bilimini selamlarken ben kader okyanusumda çoktan nedenimi oluştururum. Sonucu beklemek adına, vereceğim cevabın ne anlama geleceğini
çok iyi kestirmem gerek. Eğer ben insansam, bana seslenen şey böyle bir türün varlığından haberdar olmalı ki bana o teşhisin olabilitesini sorsun. Değilsem de, yine aynı fikre, yaslandığım duvardan sağa dönerek varılıyor. Sola dönsem yine varılıyor. Kim ve ya ne olduğumun önemi belki de bulunduğu şekli yadırgayan şu ötemde duran yılan.. En iyisi hiçbir cevap vermemek..
Belki de doğru olan bu. Kesişmeye yüz tutmuş “doğru” parçacıklarının aralarındaki açılara “yanlış” tahminde bulunacağıma ne var ne yok hepsini ellerimle bükmeyi tercih ettim. Artık ne doğru var, ne yön tabelaları, ne tanrı ne de ben. Tekliğin yokluğunda var olmaya çalışan yönsüz nokta parçalarına satıyorum ağzımdan fırlayan son melodileri. Bu şarkı asla bilinmeyecek, hiçbir zaman çalınmayacak ve hiçbir zaman hiçkimseye ait olmayacak. Yazılamamış hikayeler mezarlığında toprak üstüne çıkmaya çalışan harf parçalarını eziyorum ayaklarımla. Her ezişim bir tokat etkisi bırakırken beynime, yabancısı olduğum daha önce hiç görmediğim büyük bir ateş parçası bir dağın ardından sönmeye başlıyor. O söndükçe kalan son harf parçaları kanamaya başlıyor. Son nefeslerini verdiklerinde ise çoktan her yer kararıyor sonsuza dek..
İşte böyle.. Bazen “kim” olmak, “ne” olacağı sorusu karşısında hiçbir anlam ifade etmiyor. “Niçin”,aradığı sebebi “nerede” bulursa bulsun “nasıl” olacağını kestiremez. Önemli olan “ne” olacağıdır. Bütün olacakları ve tüm soruları yok etmek ise en büyük erdemidir varoluşun. Yok ettim her ne varsa.
Yalamak için aldığın ve büyük haz duyacağın top top dondurman daha diline değemeden yere düştü..