Ne diyordu Nazım:
“Yaşamak bir ağaç gibi tek ve hür
Ve bir orman gibi kardeşçesine…”
Yaklaşık beş milyar yaşında olan Dünya üzerinde yedi milyar insanız.
Bazen çok kalabalığız bazense bir bardak su isteyecek kimse bulamayacak kadar yalnız.
Nedendir bilinmez bu anlaşmazlık, neden bu bitmek tükenmek bilmeyen ateş atma isteği…
Yüreğimizden geçen bu mudur gerçekten?
Ne zamandan beri suç kabul edildi insanca yaşamayı istemek, insandan insana yaraşır davranışlar beklemek?
Adem elmayı yedi diye mi bu kin, bu nefret; yoksa o bastıramadığımız egolarımız mı bizi bu hale getiren?
Bilmiyorum, belki de yanlış düşünüyorum. “Ne olurdu sanki?” diyorum bazen kendi kendime, “Ne olurdu ateşi yalnızca ısınmak için, atomu bilimsel çalışmalar için kullansaydık?” Olmadı gitti. Amacından uzaklaştırdık her şeyi, en önemlisi kendimizi.
***
Beş milyar yıl… Dile kolay. Şurada üç beş günün, saatin hatta dakikanın hesabını yaparken biz nasıl da komik oluyoruz. Dünya adını verip üzerinde yaşadığımız gezegen nasıl da acıyarak bakıyordur bize. Haykırıyordur “Ey insanoğlu! Sen ki Srebrenica Katliamını yapansın, sen ki Hiroşima’ya bomba atansın. Ne kaldı geride acılardan, acı hatıralardan başka? Ne geçti eline, söyle. Hangisi kaldı o katliamları düzenleyenlerin, hangisinin adı kazındı hafızalara?!” diye. Tek kalan o gezegen işte. Var olduğu andan bugüne dek elimizden gelen ne varsa yapıp bozmak için çabaladığımız, evrende nokta kadar olduğunu bildiğimiz halde onda var olan şeyler için birbirimizi gözümüzü kırpmadan toprak ettiğimiz gezegen.
***
Ne için bu bitmek bilmeyen telaş, bu hırs?
Niçin uğraşıyoruz kötü olmak için?
Nedir yetmeyen bize, isteklerimize?
Mutlu olmayı mı bilmiyoruz yoksa mutluluğu çok mu uzaklarda arıyoruz? Anlıyor muyuz acaba gerçekten kendimizi, biliyor muyuz ne yapmak istediğimizi?
Kaf Dağı kadar büyük olmak neye yarıyor ya da en ufak darbede yıkılan bir kuş gibi küçük, çelimsiz?
Dönmüyor muyuz yine kendimize, isteklerimize?
Bu kadar mı zor insanın “insan” sesi duyabilmesi, bu kadar mı uzaklaştık özümüzden?
Musa’nın asasına benzemez mi doğruluk ve sihirbazın sihirli çubuğu değil midir yalan? Doğruluk çıkınca ortaya kalır mı bir ses, bir seda o sihirbazdan?
Unutmak bu kadar kolay mıydı önceleri de, hani şu büyüklerimizin “Eskiler…” diye bahsettiği günlerde de?
Bundan yıllar önce söylememiş miydi Kemal Sunal özgürlüğün ve barışın tün insanlığın özlemi olacağını, yarınlarda? O yarınlar gelip çatmadı mı işte en sonunda, kaçsak da, görmemek için gözlerimizi kapayıp duymamak için tıkasak da kulaklarımızı…
***
En yakın örneğini gözler önüne serdik Arakan’da katledilirken insanlar, insafsızlığımızın. Önceleri olduğu gibi, esip gürledik hepimiz oturduğumuz yerlerden. Üç beş gün geçmeden sildik hepsini zihinlerden. Filistin’i nasıl unuttuysak, Hiroşima nasıl buhar olup uçtuysa içimizden…
***
Ne zamandır kanla besleniyor insan?
Sahi ne kadar oldu susmayalı silahlar?
Ne zamandır üstün Batı, Doğu’dan?
Neyde bu –olmayan- üstünlük?
Pusulayı, kâğıdı, matbaayı Doğu’dan öğrenmedi mi Batı?
Geliştirdi, değiştirdi özüne ihanet etmedi mi?
Kediye nankör deriz bir de, aynada yüzleşmekten korkarız gerçeklerden.
***
Ve dur, düşün insan!
Aradığın kan mıydı Arakan’da?
Ne istedin ölürken küçücük bebekler Hiroşima’da?
***
“Yaşamak bir ağaç gibi tek ve hür
Ve bir orman gibi kardeşçesine .”
Mümkün müdür, hala?
9 comments
Mümkündür, hülyalı bir beldede ancak ve malesef.
Ve biz, “Ütopyalar güzeldir.” diyenlerden ziyade, güzel günler görüleceğine inancını yitirmeyenlerdeniz…
Asırlardır yitmemiş bir inanç.
Belki de yiten; ama yeniden canlandırılan.
Allah Büyüktür.
başarılarınızı devamı dileklerimizle
Teşekkür ediyorum…
Buse,merhaba.Yazın gerçekten harika.Genç yazarlar için başlattığımız bir proje var,dilersen @gke_turgut hesabından detayları öğrenebilirsin
Bize bizi çok iyi anlatmışsınız. Bu yazınızı edebi bir yayın olan fanzinimizde paylaşmak istiyoruz. Size ulaşabileceğim bir sosyal medya hesabı var mı ?