“Evrende başlangıçta su vardı…
İçine bir gün bir yaprak düştü
Çay oldu.”
Çayın dünyada 5000 yıllık bir geçmişi vardır. İlk kez Çin’de tesadüf olarak bir içecek haline gelmiştir. Daha sonra Doğu’dan tüm dünyaya yayılan bu hazine birçok ülkede alışkanlık haline gelmiştir. Çay üzerine deyimler ve mekân isimleri oluşturulmuş; onunla ilgili hikâyeler yazılmıştır. Peki, çayın bu kadar sevilmesinin hatta gelenek haline gelmesinin sebepleri nedir? Tabiî ki bu sorunun pek çok yanıtı vardır ve bu yanıt kişiden kişiye göre değişebilir. Fakat çayın yeryüzündeki tarihini incelediğimizde, insanların çayın şifa verici etkisini cazip bulduklarını söyleyebiliriz. Çay alışkanlığının nedeni geçmişte herkes için böyle olmuştur belki. Lâkin çay kültürü her uygarlıkta – ya da ülkede- farklı şekilde oluşmuş ve kalıplaşmıştır. İşte bu kültürlerden biri de içeni kendine hayran bırakan Türk Çayı’dır.
Çay, Türk kültürüne biraz geç girmiştir. Orta Asya’daki Türkler çayı tanımışlar fakat içecek olarak benimsememişlerdir. Türklerin çayla tanışması Anadolu’ya yerleşmelerinin ardından uzun bir süre sonra başlamıştır. Çay içiminin Anadolu’da yaygınlaşması 19. Yüzyıldan itibaren olmuştur. Çayın Türklerde yaygınlaşmasına ilişkin şöyle bir hikâye anlatılır:
“Hoca Ahmet Yesevi bir gün Türkistan illerinde birine misafir olur. O gün hava çok sıcak olduğu için yorulmuştur. Evine misafir olduğu Türkmen’in komşusunun eşi doğum yapmak üzeredir. Türkmen, Hoca Ahmet Yesevi’den dua etmesini ister, Ahmet Yesevi de dua eder. Türkmen’in isteği olur. Türkmen bu duruma çok sevinir. O yörenin önemli bir ikramı olan çayı kaynatıp getirir. Hoca Ahmet Yesevi çayı sıcak içince yorgunluğu gider. Sonra da ‘Bu şifalı bir şeymiş, hastalarınıza bundan içirin ki, şifa bulsunlar’ diye nasihat etmiş. Çay o günden sonra tüm Türk illeri arasında kullanılmaya başlamış ve şifa verici bir içecek haline gelmiş.”
Türkler, çay ile geç tanışmalarına karşın; çay kültürüne büyük katkı sağlamıştır. Semaver kültürü, demliğin sıcak olması ve çaydanlığın üstüne oturtulması, ince belli cam bardaklar, kıtlama çay gibi birçok değer… Türkiye’de çayın hazırlanışı diğer ülkelere göre farklıdır. Aslında çay hazırlamak değil de çay demlemektir bu işin adı. Siyah çayın içine süt, meyve gibi maddeler eklenmez. Çaydanlıkta kaynayan su demlikteki toz çayın üzerine dökülür. Daha sonra çay bardaklarında servis edilir. Günün her saatinde keyifle içilebilir.
Çay Türk gelenek ve görenekleriyle, aile-komşu-akraba ilişkileriyle, günlük yaşamla özdeşleşmiştir. Günün her saatinde, her yerde içilebilir. Günlük yaşamda kullanılan çay üzerine kurulmuş birçok deyim ve söz öbeği vardır. Çay demlemek, tavşankanı çay, çay bahçesi, çay evi, çay ocağı, çay kaşığı, çay bardağı… Çay günlük yaşamın bir parçası olmuştur. Hatta çayın bir hikâyesi vardır ki… İşte o hikaye:
Çayın alt demliği kaynanadır. Sürekli kaynar durur. Hatta dikkat edilmezse taşabilir.
Üst demlik gelindir alt demlik kaynadıkça onunda harareti artar ama zamanla da olgunlaşır ve demlenir.
Gelinin kocası bardaktır her iki çaydanlıktan da yeterince nasibini alır.
Biraz kaynana doldurur onu biraz da gelin, bu nedenle de denge unsurudur.
Açık ya da demli çayın hoşa gitmemesi de bundandır.
Çocuklar çayın şekeridir, tat verir. Çok şeker, çayın lezzetini bozar.
Şekersiz çaya alışanlara ise bir tanesi bile fazla gelir.
Görümce ise çay kaşığıdır. Arada bir gelir karıştırıp gider.
Kayınpedere gelince o da çay tabağıdır. Çayın demine suyuna karışmaz.
Bir kenarda lök gibi oturur. Sadece dökülenleri toplar ve çevreye zarar vermesini engeller.
Ancak ara sıra boşaltılması gerekir. Yoksa taşıp her şeyi berbat edebilir.
Çay süzgeci ailenin sahip olduğu değerlerdir. Aileyi dış müdahalelerden korur. Delikleri büyük olursa çayın tadı kaçar.
Suyu ısıtan ateş ise hoşgörüdür. O olmadan çay da olmaz.
Kısacası bir bardak çay ailedir.
Çayın birçok iyiliği vardır üstümüzde. Hem bedensel olarak dinç tutar insanı hem de ruhsal olarak. Nasıl bir fincan kahvenin 40 yıl hatrı varsa 1 bardak çayın da bir ömür hatrı vardır belki.