Kendinizi onun yerine koyun. Onun gibi düşünün, onun gibi bakın olaylara ve onun gibi yaşamış olun tüm gerçek bilinenleri.
Kafası karışmış bir insan gibi gezinin etrafta, kimse sizi dikkate almasın. İşte o insan şu anda aynanın tam karşısında. Kendinize bakar gibi bakın aynadan ona. Aynaya dokunun onun dokunduğu gibi. Parmaklarını sanki sizin parmaklarınızmış gibi inceleyin her ayrıntısını. Yavaşça elini yumruk yapışını hissedin. Bu masum bir hareketmiş gibi görünse de aldanmayın, öfkenin sebep olduğu hızlıca nefes alıp vermesinden korkun ama asla onun gibi olmaktan vazgeçmeyin. Çünkü artık çok geç. Çoktan kanın sıcaklığını elinizde hissettiniz. Camın kırılmasından dolayı yansımadaki yüzününüz dağılmış durumda, aynı aklınız gibi.
Kapıyı zorla kırıp içeriye giren adamın arkasından telaşlı bir kadın koşarak içeri girdi.
-Aman tanrım! Neden kendine zarar verdin?
-Beni anlamıyorsunuz! Onunla gerçekten nişanlandım.
Kızın elinden kan süzülürken kadın daha da panik yapıyordu ama sakinleşip ona yardım etmeliydi. Pratikliğine güvenerek boynunda sarılı olan kahverengi şalı hiç tereddüt etmeden kızın eline sardı. Kendine de yaptığı gibi onu da sakinleştirmek için siyah dümdüz saçını okşuyordu.
-Ah be Zeliha, neden yaptın bunu kendine.
Kız hiçbir şey demiyordu bu sefer, sadece ağlamaktan kıpkırmızı olmuş gözlerini ovuşturarak burnunu çekiyordu. Bu halini gördükçe kızamadı ona. Bu masum ve tehlikeli dünyadan bihaber hali çok üzüyordu kadını.
Bir ara koridordan komşusu Berna’nın sesi geldi. Belli ki kızı düşünmekten ister istemez onun odasına odaklanıp evin diğer odalarını unutmuşlardı. Doğru ya Zeliha’nın annesi neredeydi?
-Firuze öğretmen koş! Zeliha’nın ağabeyi bize doğruyu söylemiş. Anneleri ölmüş.
Korkarak Zeliha’ya dönen kadın daha sorusunu sormadan o sayıklamaya başlamıştı bile.
-Ağabeyim… Ağabeyim yaptı Firuze abla.
Zeliha tekrar ağlamaya başladı. Hıçkırıkları kapıyı kıran adamı sinir etmiş olmalı ki söylene söylene salona doğru yürümeye başladı.
-Zeliha, hadi gel oturalım.
Omzuna dokunup yatağın üzerine yönlendirdi, beraber oturdular.
-Bana her şeyi sakince anlatır mısın lütfen?
Hıçkırmayı on saniye kadar sürdürdükten sonra anlatmaya koyuldu;
-Ben annemle çeyizim için konuşurken… birden kalbini…
-Zeliha öğretmen, bir bakar mısınız?
Komşusu Remzi Bey kapının önünde beklerken bir taraftan da yanındaki genç bir adam ile konuşuyordu.
-Bakın kaç kere söyleyeceğim, ben bu deli kız ile evlenmiyorum. Öyle bir şey yok aramızda.
-Lütfen sessiz konuşur musunuz?
-Alın bunu tımarhaneye kapatın. Dün gece yine geldi kapımıza dayandı, rezil etti bizi.
Zeliha konuşulanları duyup daha fazla etkilenmesin diye genç adamı hem tekrar uyardı hem de birlikte bahçeye doğru yürüdüler.
-Lütfen diyorum, bağırmanıza gerek yok.
-Mutluluğumu bozmayın benim, başka bir kızla evleniyorum. Zeliha’ya da ümit vermedim, kendi kafasında uyduruyor böyle şeyleri. Ayrıca siz de ona inanmaya devam ediyorsunuz hâlâ, iki aydır buradasınız ve şu kahramanlık rolünden vazgeçip gerçekleri göremiyorsunuz bir türlü.
Firuze’nin sabır taşı çatlamak üzereydi ki kendini zor tuttu. Bu genç adamla daha fazla muhatap olmadan komşusuna döndü.
-Evet, beni neden çağırmıştınız?
-Cenaze işlemleri ile ben alakadar olurum, siz sadece Zeliha ile ilgilenin yeterli. Zaten ağabeyi Ziya ile konuştuk, mahalledeki her evi dolaşmış ölüm haberini vermek için, en son da arkadaşına haber vermiş ki bu genç adamla beraber geldiler yanıma. O da şu an çok panik ama üçümüz buradaki işleri hallederiz. Bir de annesi birden kalbini tutarak yere yığılıvermiş, öyle söylüyor.
-Ama Zeliha dedi ki…
Genç adam itici bir kahkaha atarak kendinden geçti. Bir ara az kalsın gülmekten boğuluyordu ki kadının bugün için tek dileği bu olabilirdi.
-Öğretmen olmuşsunuz ama delilere asla inanılmayacağını bilmiyorsunuz.
Daha fazla dayanamayıp odaya doğru yol aldı. Gülme sesi evin içerisinden bile duyuluyordu, artık aldırış etmek istemedi. Küçük adımlarla salona yürüdü ama bir an durdu, cesaret edemedi. Bu mahalleye taşındığından beri sadece bir kere konuşmuş olsalar bile komşusunu öyle görmeyi istemedi. Zeliha ile daha çok görüşüyorlardı çünkü mahallede anlaşabildiği tek kişi oydu. Geri adım atarak onun odasına yöneldi. Kızı kulaklarını elleriyle kapamış halde bir öne bir arkaya sallanır vaziyette buldu.
-Tamam canım sakin ol. Hepsi geçecek.
-Ağabeyim beni yine dövüyor.
Bu cümleyi her duyuşunda içinden sanki bir parça kopuyordu ama buna çözüm bulamıyordu.
-Dedi ki, annem de öldüğüne göre canı istediği an dövebilirmiş beni.
Firuze yutkundu, bu durum olduğundan da ciddi bir hal alıyordu ama başka insanlara da her söylediğinde etkilenmiyorlardı.
-Suçlunun ağabeyinin olduğunu söyledin. Neden?
-Firuze abla, bu şal artık benim öyle değil mi?
Bir an kızın ne dediğini anlamak için boş boş baktı, sonradan fark etti.
-Tabii ki, bu şal artık senin. Soruma gelirsek…
-Fırat ile evlendikten sonra kızım olacak sonra da şalı ona vereceğim.
Çaresizce iç çekti. Bir yere varamıyordu. Zeliha ya doğruyu söylüyordu ya da insanı yanlış yönlendiriyordu. Elindeki yarasına tekrar baktı, neyse ki hafif bir yara oluşmuştu ama yine de kocasını arayıp onları hastaneye götürmesini istedi.
-Gel biz seninle hastaneye gidelim, burada çok bile kaldık.
Birkaç ay sonra, akşam vakti Firuze kocası işteyken kendisine ve çocuklarına tatlı bir şeyler almak için mahalledeki markete giderken Zeliha’nın evinin önünden geçiyordu. Salonun ışıkları açık ve ağlama sesleri.
-Abi lütfen vurma artık!
Firuze hızlı bir hareketle telefona yöneldi ama arkadan gelen el onun bu hamlesini engelledi.
-Canına mı susadın komşu?
Korkarak arkasına döner dönmez Zeliha’nın odasına girmek için kapıyı kıran adam, komşu Cevdet Beyi gördü karşısında. Eliyle sessiz ol işareti yapıyor, kadın ise kaşlarını çatmış “niye engel oldun ki” diye düşünmeden edemedi.
-Biliyor musunuz, bir keresinde sizin gibi yardım etmeye çalışan komşu, eve girip kızı kurtarmaya çalıştı ama sonu kötü bitti. Günlerce onu takip etti, tehdit etti ve korkuttu. Adam az kalsın paranoyak oluyordu.
-Ama… Cevdet Bey…
-Ayrıca polisi arasanız ne olacak ki? Hiçbir şey. Herkes yoluna devam edecek. Aman diyeyim Ziya’nın gözüne batma.
Firuze tekrar gürültüsü gittikçe artan eve baktı. Zorbaların çok olduğu bu dünyada neden korkusuz olamıyordu? Neden şu an içeri girip ötesini düşünmeden Ziya’yı devirerek masum kızı kurtarmıyordu? Bir cesaret mi gerekli yoksa? Herkes şöyle der; “Gözü karalık insanın başına iş açar.” O zaman bu toplum baskısıyla da alakalı bir durum. Mecbur kalsak da çoğu kararımızı toplum çoktan belirlemiştir ve biz de seçilen karardan yolumuza devam ederiz.
-Zifiri karanlıkta da kadın başınıza mahallede dolaşmayın derim, kendinizi koruyamazsınız.
Komşu karanlıkta ondan uzaklaşırken henüz bir karar verememişti. Zeliha’yı kurtarabilirdi ama kendi ailesi söz konusuydu, on iki yaşında genç bir kızı vardı ve komşusunun söylediklerinde doğruluk payı olduğu için tekrar cesaretini kaybetti.
Şimdi de Firuze gibi düşünün;
zamanla onun gibi kavrulun pişmanlıklarla, kararsızlığınızdan dem vurun hep. Keşkelerden bir türlü ders alamamış ve bu yüzden hayatın neşesini unutacak olan bir insan gibi yürüyün. Yıllar sonra başka bir mahallede otururken sürekli çaresiz kızı düşünün onun gibi. Kendinize “korkak” deyin ama bir taraftan da “mecburdum” kelimesinde teselli bulun. Ailesine öncelik tanıdığı için onun gibi sevin kendi çatısında koruduğu insanları, onun gibi sımsıkı sarılın onlara. Ve artık öfkelenmeyin seçiminize, sizin yerinizde kim olsa aynı şeyi yapardı.