Bugün de işe gitmesem. Bir haber gelse ve işe gitmememi gerektirecek ciddiyette olsa. Örneğin biri ölse. Ya da birinin ölümcül sancıları tutsa. Arasalar ve deseler ki “Annen öldü. Hemen gelmen gerekli”. Banyoda ayna karşısında baygın gözlerime, darmadağınık saçlarıma bakarken çeşmeden akan suyun sesi ile; olacak yapacak edecek bir kaçış yolu yok. İşe gidilecek gerçeğinin yansıması belirgindi. Yüzeme çarpan soğuk suyun etkisiyle kendime keldim. Bu kendine geliş toplasan bedenin tepkisi dışında bir şey değildi. Havlu ile yüzümü kurularken cildime acı verdiğimi anladım. Değiştirmeliydim artık. Banyodan çıktım. Mutfakta yüzüme yine sen mi geldin bıkkınlığında bakan çay makinesinin su ısıtma haznesine iki bardak kadar su doldurdum. Düğmesine basıp bakmayı sevdiğim mavi uyarı ışığı yandığında, kahveyi ve süt tozunu çıkarıp siyah fincanımın içine, kahveden iki, süt tozundan bir çay kaşığı kadar kattım. Suyun kaynadığını haber veren çay makinasının melodisi ile termostatın tıklama sesi peşi sıra çınladığında hazneyi çektim, fincana sıcak suyu boşaltıp karıştırdım. Nasıl bezgin bir yalnızlık bu. Mutfak masasına oturup öylece eksik olan nedir yaşamım da düşüncesi ile kahvemden aldığım yudumların tadı ortaya karışık bir lezzet sunmakta idi. Alt kattaki etine dolgun komşunun cırtlak sesi ile irkildim. Çok ilginç ama bu sesi neredeyse her sabah çıkarmasına rağmen, benim ilk defa duyuyormuş gibi tepki vermem sinirimi zıplatsa da ve kahveyi tam dudağıma götürüp dudağımı irkildiğim sesin etkisiyle yaksam da alışmamam lanet gibi. Oysa yaptığı şey okul servisinin kapıda beklerken kızına “asansör geldi” diye seslenerek uyarması sadece. Neden kahvaltı yapmıyorum? Kaç yıl oldu bu alışkanlığı kazanamadım. Önemli bir öğün diye bağırıp duruyorlar beslenme uzmanları neredeyse her gün. Yatak odasına elimde fincan ile gidip ne giyeceğimin hesabını yapmaya başladığım da üst komşu ve karşı komşunun gürültülü kahkahaları yankılanıyordu merdiven boşluğun da. İkisini de sevmem. Bu eski bina da sevdiğim kimsenin olmaması hiç de umursadığım bir şey değil. Otuz yıl önce belediyenin insanlar ev sahibi olsunlar diye müteahhitlik serüveninin ürünü bu binaların insana şehir yaşantısının içinde katacağı şey yalnızlık ve soğuktan korunmak. Telefonumun alarmı üçüncü defa çaldığın da uyandığım dan beri otuz dakikanın geçtiğini anladım. Öylesine giyindim ve öylesine çıktım evden. Aşağıya inip de beni bekleyen iş gününün bunaltıcı gerçeğiyle yüzleşmeme alışamadım. Tanrının cezası yaşamın içinde olmam ve yaşam dedikleri şeyin benim için anlamsızca birilerine kendini sunması tekrarı bu tekrarın ayda bir kez verilen ücretle başa dönmesi topu topu bu kadar olmam bunalmam için geçerli değil mi? Aşağıda beklemeye başladım her zaman ki gibi beni alacak olan iş arkadaşını. Arabanın sesini duymam o esnada bir sigara yakmam, sağa yanaşan arabanın ön sağ kapısını açmam, binmem, emniyet kemerini takmam “günaydın” demem ve verilen günaydına günaydın diyerek yanıt almam. Sonra sessizce neredeyse beni altı yıldır alan iş arkadaşıyla yine neredeyse hiçbir cümle kurmadan aynı arabanın içinde iş yerine kadar yol almam. Cama başımı yaslamam, bakınmam öylece uyanan yalnızlıklara. Konuşacak hiçbir şeyin olmaması. Kavşak başların da trafik polislerinin dolmuşları kontrol etmesi, otobüslerin duraklara başına buyruk park edilen araçlar sebebiyle cebe tam girememesi ve zaten dar olan yolu, daha da daraltması aradan kaçmak için uyanıklık yapan kimi araç sürücülerine verilen korna tepkilerinin gürültüsü. Buradan baktığın da olan sadece rutin bir işleyişin görüntüsü. Benim ise içimden her gün kopan yaşam direncimin bu rutin içinde hiçbir anlam ifade etmeden sönümlenmesi kaybolmaya yüz tutması. İşyerine yaklaştıkça gerginliğimin iki katı artması üzerinde durduğum tavır değil bunu anlıyorum ama anlamadığım bu tavra karşı yine neden hiçbir karşı tavır sergileyememem. Alışmak böylesi bir durum için tutarsızca geliyor. Güvenlikten geçip otoparka girdiğimizde araçtan inmem ile sigaramı yakmam, güvenliğin “abi şunu şurada yakma, kaç defa söyledim Hüseyin beyin kesin emri otoparkta sigara içilmeyecek diye ve sen hep aynı şeyi yapıyorsun” serzenişiyle bir defa daha irkildim. Hep aynı şeyi yapmam. Umursamadım haliyle ve yine aynı tepkiyi vererek omuzlarımı silkip “Olur, olur bir daha içmem” diyerek asansöre binmem. Birinci kat sigorta acentesi, ikinci kat medikal cihazlar satış, üçüncü kat elektronik güvenlik sistemleri, dördüncü kat sigorta acentesi, beşinci kat cehennemin nesnelleşmiş hali işyeri. Asansörün kapısı açılır açılmaz Nurten hanımın “çay içermişiniz” sorusu, benim başımla onaylamam ve odama girdiğim de masa da bulunan tebligatın dikkat çekmesi. Hızlıca açtım. Kaçıncı ceza mahkemesinden; karışmış olduğunuz bir olaya istinaden ifademin alınması için duruşmaya çağırılmam ve gelmediğim takdirde polis zoruyla getirilmem gibisinden bir açıklama dizisi. Duruşma on yedi gün sonra. Gitmem gerekecek. Bahsedilen olayı anımsıyorum. Ama ben sadece araya giren bir taraftım. Işık hızıyla olay günü bütünlüklü olarak zihnimde belirginleşmeye başladı. Nurten hanım çayı masaya koydu. Sabah postacının getirdiğini söyledi ve gitti. Bu da ne ola ki acaba şeklindeki bakışlarını ve merak duygusunu fark etmedim değil. Gideriz. Madem ki devletimiz emir etmiş bize de gitmek icap eder. Yönetici asistanı Duygu Hanım önüme bir iki dosya bıraktı. Hüseyin bey konuyla bizzat ilgilenmemi istiyormuş. Belli belirsiz baktım dosyalara. Zihnimde mahkeme vardı. Nasıl işgal ediyor benliğimi anlamış değildim. Enikonu gidip ifademi verecek ne gördüysem ne yaptıysam anlatacak çıkıp gidecektim. Bir tedirginliğe düştüğümü anlıyordum ve içten içe korkuyordum da. Belirsizlikleri oldum olası sevmem. Birkaç mail gelmişti. Gerekli mercilere, yanıtları yazıp dönüş yaptım. Telefonumda bilmediğim bir numaranın aradığını fark ettim. Önemliyse tekrar arar diyerek, bu gibi durumlarda umursamaz şekilde davranmayı içselleştirdiğimi de anladım. Cuma günü olması vesilesiyle şirket ödemelerinin bugün yapılması işverenin de en gergin günü anlamına geliyordu. Mutaassıp bir karakter olmasıyla övünen muhafazakâr iş verenin Cuma günlerin de tanrının ticareti bırakın ve ibadete yönelin emrine karşı baştan aşağıya tüccarlığa yönelmesine yüce tanrı bir şey der mi? Telefonum çaldı. Dernekten arıyorlar. Akşam toplantı olduğunu söyledi Naim, kapadı. Gitmek gerekli. Memleket meselelerine kafa yormak, çözüm arayışlarında bulunmak adına oluşturulan bu grupta ikili ilişkilerinde boy göstermesi şaşılacak bir şey değil. Karma gruplarda olan şey bu. Nalan’dan hoşlanmıyorum dersem yalan söylemiş olurum. Uzunca bir süre izledikten ve tavırlarını içselleştirdikten sonra hoşlanmaya başladım. Kendimle yaptığım ön pazarlıkların nihayetinde böyle bir karar aldım alamaya da bir kerecik olsun kadına açılamadım. Epeyi zaman geçti aslında, iki lafın belini kırmak bahanesiyle yaratılacak ilgi çekici bir ortamda onu beğendiğimi söylemem, benim için önemli. Hüseyin beyin yönlendirdiği dosyalara bakındım tekrardan. Üzerinde fazlaca durulması gereken şeyler. Eve iş çıktı yine. Nurten hanımdan çay istedim. Ne zaman benim yanıma gelse bir şeyler söylemek istercesine bakar durur gözlerimin içine. Ve bu seferde aynı şeyi yaptı. Artık bu bakış kodesinden çıkma zamanım geldi. “Bir şey mi söyleyeceksiniz?” diye sordum. Gariban bir kadın Nurten Hanım. Eşinden ayrıldıktan sonra, aslında ayrılmak da değil eşi onu üç çocuğuyla terk edip gittikten sonra yaşama savaşına atılmak zorunda kalmış. Bizim büroda işe başladığında tanıdım kendisini. Öyle konuşkan biri değil, lakin merak duygusu her kadında olduğu kadar. Sormaz fakat sorgulu bakışlarıyla ifade eder. Beğenmez ama dudak büküşüyle beğenmediğini belli eder. Sözcükleri belli kalıplardan ibaret olup, yine o sözcük kalıplarıyla kurduğu cümleler sabit değişmez tekrarlardan oluşur. “Sizden bir ricam var” dedi. Bunu söylerken hayli sıkılgan ifadeler içinde olduğu ve kahretsin keşke söylemez olaydım pişmanlığında alt dudak ısırışıyla bedensel tepki vermesi umursamaz benliğimin dışında dikkat çekmeye başlamıştı. “Buyurun” dedim. “Şey beni istemeye gelecekler, kimsem de yok. Bana bu konuda yardım edebilir misiniz?” dedi. Bunu söylerken ki yanak kızarıklığı ile takındığı geç kız edası öylesine huzurlu geldi bana bir an içim de hala derin insan saygısının bulunduğunu ve bu saygıyı kaybetmemeyi hissettim. “Nasıl olur bilmiyorum Nurten Hanım bu tip şeyleri. Ama günü geldiğini de söylersiniz bir hal çaresine bakarız”. Dedim. “Allah sizden razı olsun”. Dedi. Üzerinde ki bir yükü farkında olmadan benim üzerime atarak çıktı odadan. Benimsediğim şeyler değil aslında bu gibi ilişkiler içerisinde adımın sanımın geçmesi. Evvela beceriksizce davranacağıma eminim. Diğer taraftan birilerinin mutlu olmasından mutlu olmayı yaşam düzlemimin herhangi noktasında yerleştirmiş kişilikte değilim. Neticede bunu yapacak birçok kişi olabilir ofiste. Beni seçmesi muhtemelen umursamaz tavırlarımın onda oluşturduğu yaparsa bu yapar güvenidir. Neyse bakarız dedik bir kez ve bakacağız da. Camdan dışarı bakmak için kalktım koltuğumdan. Deniz mavi, hava da bir tek bulut yok ve yakıcı sıcağın etkisi dışarıda hareket halindeki kalabalıkların bedenlerindeki yansımadan belli oluyor. Nasıl bir ifade vereceğim ki? Olanı anlatmak sorun değil, sorulacak soruları bilmemek kaygılandırıyor beni. Üzerinden kaç zaman geçmiş? Şimdi durduk yere beni mahkeme koridorlarına çağırmaları hayra mı alamet yoksa şerre mi bu belirsizlik korkutuyor galiba. Kokmam çok sıradan değil mi? Oda da sigara içme özgürlüğüne sahip olmamın gücünde sigara yaktım. Çakmağın alevi kurumuş tütüne temas edince ortaya çıkan çıtır çıtır sesin zihnimde çağrışım yaptığı şey çocuk yılların kuzine sobası oluyor her zaman. Bu sıcak yaz aylarında pek de hoş bir çağrışım olmasa da bu anının kaybolmaması şaşırtıcı geliyor bana. Anılarda yaşamak için mi yaşar insan? Anlarda veya anılarda yaşamak. Hayal meyal hatırladığım şeyleri düşünmemle, hayal meyal hatırlanacak biri olmam beni absürt yaşam izlenimlerine sürüklemekte. Aslında bu en nihayetin de korkunç, kabul edilemez bir o kadar da ürpertici. Dünyaya gelmek iyi bir şey değil. İster devasa bir oligark imparatorluğunun mirasçısı olayım ister bir vardiya işçisi ister şimdiki yalın halim, istersen ilk çağların alınan, satılan, miras bırakılan baldırı çıplak kölesi. Gitmek zorunda olanların uğrak yeridir dünya. Başlı başına kaybetmeye mahkûm olmaktır yaşam. Evet evet, yaşam sadece mahkûm olmaktır. Dışarı çıktım ofisten. Asansörle aşağıya inerken içimin kıyıldığını anladım. Her zaman ki yemek yediğim yere ağır adımlarla yol alırken, arkamda beyaz bir arabanın yavaşça peşim sıra geldiğini fark ettim. Bu neydi şimdi? Kim ki bu insanlar ve beni neden takip ediyorlardı. Aklıma duruşma çağrısı geldi. Acaba onlarla ilgili miydi? Belki de hüsnü kuruntu yapıyorum. Raif ustanın ev yemeklerinin önüne geldiğimde arabanın yönüne başımı çevirdim. İçerisindekiler tanıdık değillerdi lakin bakışları seninle işimiz var edasında idi. Bunu anlamak için hafiye olmaya gerek yoktu. Ben içeri girdiğimde araba yoluna devam etti…Yemekten sonra sigara içmek için dışarı çıktı. Demli çayı gelmişti lokantanın bahçesinde her daim oturduğu yere.