Olmalı herkesin bir derdini paylaşan,
benim en yakınım bu aralar bir karabasan.
Geliyor her gece ziyaretime beni,
dinliyor sabaha kadar derdimi.
Ne zaman vuruyor gece saat on ikiyi,
sıkıntılar dövüyor zihnimi ve aklım firari…
Odam bir mahkeme oluyor sanki,
bende geçmişimin katili.
Sanık sandalyesinde otururken sessizce,
titriyorum istemsizce.
Bir dar ağacı önümde duruyor,
zihnim hakim bana suçlarımı soruyor…
Savcı kalbim ölüm cezası istiyor,
önümde bir dar ağacı bana bakıyor.
Dostum karabasan bile arkasını dönüyor..
Sonra itiraf edyorum kendime,
her şeyin suçlusu benim diye.
Tam ipi boynuma geçirdiğimde,
dostum karabasan tekme atıyor altımdaki sandalyeye…
Sonra çöküyor bir sessizlik,
düşüyorum bir boşluğa, ucsuz bucaksız bir hiçlik…
Düştüğüm yer lağım çukuru gibi, her yer bok pislik,
karanlıkta bir çift göz var yukarıdmda kıpkırmızı bana bakan,
Ve o gözlerden kan damlıyor kan…
Derken bir anda geliyor dostum karabasan,
çekiyor beni o düştüğüm bok çukurundan.
Tutuyor elimi sımsıkı ben ondan kaçmadan,
çok güçlü biri, sanki bir azman.
Bırak beni diyorum yüzüme bakmıyor bile,
konuşuyor bana ama sesi bir kükreme.
Ağzından saçılan alevler sarıyor etrafımı,
yakıyor beni buz gibi, acıtıyor canımı.
Gecelerin sessizliğinde ben çığlık atarken,
“kimse seni duymaz benden başka” diyor dostum karabasan.
İşte benim bir dostum var acılarımı paylaşan,
ne melek ne de şeytan, onun adı karabasan…