Duygu var mı gerçekten ? Ya da ben mi olmadığını varsayarak yaşıyordum hep. Bazıları küçücük bir kedi gördüğünde bile gözlerinden okunuyor mutluluğu. Sanki eski bir dostunu görmüş gibi seviyor sıcak davranıyor. Aslında imreniyorum öyle insanlara. Keşke bende öyle olabilseydim diyorum. Ama içimden çoğu olaya karşı hiç duygu gelmiyor gibi. Çok üzüntü nedir onuda bilmem pek ben. Ama var illa hafızama kazınan bazı şeyler. Hikayemede burdan başlamak istiyorum. Zamanını hatırlamıyorum. Babannem hiçbir şeyi yokken birden hastaneye kaldırdık, sürekli ayakları şişiyor diye. Babaannem dediysemde hani şimdikilerin babaanne lafları gibi dilime pelesenk olmuş bişey değildir. Evlerimizin arasında bile bir kaç apartman vardı o kadar. 12 yıl tam 12 yıl, lisenin kadar hergün okula giderken sabah öğle akşam. Günde en az 3 kere görüyorumdur hiçbişey yoksa bile ziline basar ben gidiyorum der çıkardım. Her neyse 1 ay falan hastanede yattı. Arada bir yoğun bakıma girdi çıktı ama kadın sapasağlam bize göre. O süre zarfında okulun 1 saat öğlen arasında hergün o hastaneye dakkacıkta olsa görmeye gittim. Ben bu zamana kadar daha çok duygusuz sanırdım işte kendimi ama öyle olmadığımı gördüm. Hastaneye yattığından birkaç ay sonra bir gece babamla düğünden geldik yorgun argın. Babamda düğün salonu işletir. O gece hastaneye uğramayacağımız tuttu. Çok yorulduk gece vakti kaza falan yaparız şimdi sabah gideriz falan diyerek eve geldik. Bir şeyler ye iç falan yattık hep beraber ama yatalı 1 saat olmadan telefon geldi babama, annenizin durumu ağırlaştı gelir misiniz diye. Herkes öldüğünü anlıyo ama kimse öldü mü diyemiyor ya, konuduramıyor ya hani o ikilemdeyiz. Babamla çıktık apar topar. Durumu ağırlaştı gerekli müdahaleleri yaptık falan fişman klasik cümleler bilirsiniz. O gün çok başka yıkıldı dünya bana. Yoğun bakımdan çıkarıp asansörle morga indirdik. O ceset robaları vardır ya hani fermuarlı ona koymuşlar bide. Fermuar açılıyor, babannemin elleri yanakları hala sımsıcak. Ölüm havliyle mi bilinmez artık ellerini öyle bir sıkmış ki açılmıyor, kim bilir nasıl can çekişti. O gece sabaha kadar oturup ağladık. Ben hayatımda ilk defa bu kadar ağladım. Birini bidaha göremeyecek olmak. Onun ağzından tek bir kelimeyi bırakın tek bir harf duyamacak olmak o kadar ağır geliyor ki, düşünmeden yapamıyorum. Her gün önünden geçerken zilini çaldığım evin önünden yürüyerek geçmek, ara sıra dalgınlıkla zile basmak, unutup ışığı yanıyo mu acaba diye bakmak. Ben o evin önünden hala doğru düzgün geçemiyorum, yapamıyorum. karşı kaldırıma geçip ordan devam ediyorum hala. Duyguyla girdin ne diyosun be sen çocuk diyeceksiniz belki bilmiyorum. İçimde kalanları uzun süredir hep böyle yazıp anlatmak istedim, çünkü bazen gereksiz boş şeylere üzülüyoruz. Telefonun camı kırıldı, dersten kaldım, sevgilim şunu dedi falan filan. Üzüntünün zerresi etmiyor bunlar.Bu gece nerden esti böyle yazmak hadi sende duygu sömürüsü yapma diyende olabilir. Kardeş payı videoları izlerken babalarının öldüğü, Sadık Gürbüz’ün de Dallarım Yaprak Döküyor’u söylediği bölüm vardı hani ona denk geldim. Sigaramı yaktım izlemeye başladım ama işte bu zamanları düşümekten, ağlamaktan içemedim bile. İçimi boşaltmak istedim sadece. Buranın amacı nedir nasıl yazılır gram fikrim yok. Sadece içimi dökücek bir yer baktım ilk burası denk geldi. Umarım beni yanlış anlamadan okursunuz. Bir sürç-i lisan ettiysem affola. Sevdiklerinizin kıymetini bilin, onlara sevginizi falan gösterin diye klişeler kullanmayacağım. Nasılsa kaybedince sizde anlarsınız. Hayattaki en büyük korkum annem ve babamdan sonra ölmek biliyor musunuz ?