Eski Çağın Yardımcı Bilimleri
Tarih alanı, insani toplumsal olaylarla ilgili olan her konuyu ele alan kapsayıcılığı itibariyle inceleme ve yorumlarında olabildiğince bilimsel ve nesnel olmayı gerektiren bir bilim dalıdır. Bunun gereği olarak farklı bilim dallarından yararlanmasıdır. Tarih öncesi çağlardan kalma eserlerin, belge ve bulguların incelenmesinde arkeolojiden, jeolojik devirlerde yeryüzünde yaşamış varlıkları incelemede paleontolojiden insan, hayvan ve bitkilerin yapılarını inceleyip organlarını ve bunların birbirleriyle ilgilerini kurmada anatomiden faydalanır. İnsan kökeni, evrimi ve biyolojik özelliklerini, kültürel ve toplumsal yanlarını incelemede sosyolojiden. Toplumsal farklılıkları anlayabilme de dilin rolünü analiz etme yoluyla lengüistikten; sözcüklerin kökenini tarihsel olaylarla bağını kurarak yararlanmak ve bunların sosyal, etnik ilişkilerini anlamak için etimolojiden yararlanır. Bunların yanı sıra antropoloji, coğrafya, etnoloji gibi diğer birçok bilim dalından faydalanmaktadır.[1]
Tarihin genişliği söz konusu olduğundan dolayı kullanılan kaynakları tasnif edebilmek için elbette ki yardımcı bilimlere başvurmak gerekmektedir. Tarihin kapsayıcı olması takdirde artan kaynakların gerek filolojik gerekse arkeolojik olarak çok daha dikkatli incelenmesi gerekmekte. Eski çağ tarihi üzerine araştırma yapan bir tarihçi “Antik Dil” dediğimiz yani eskiçağ devletlerinin kullanmış olduğu dilleri bilmek gerekir. Bunlar alanlarına göre değişmektedir. Örneğin Hititliler üzerine çalışan bir tarihçi “Hititçe” bilmesi gerekir. Veya Sümerliler hakkında derin ve geniş araştırma yapan eskiçağ tarihçisi “Sümerce” bilmesi gerekir.
Eskiçağ alanında araştırma yapan bir tarihçinin vazgeçemeyeceği temel bilimler mevcuttur. Elbette ki bu bilimler bazı durumlarda yan veya yardımcı bilimler olarak bilinmektedir. Fakat bu bilimlerin artık yan veya yardımcı bilimler olarak geçmesi pek mantıklı değildir. Günümüzde eskiçağ alanında araştırma yapan tarihçiler ister istemez klasik filoloji ve klasik arkeoloji hatta ve hatta tarihi coğrafya bilimlerini kullanmaktadır. Ve bu bilimler artık onlar için “Temel Bilimler” olarak idrak edilmektedir.
Ortaçağ el yazmalarıyla günümüze ulaşmış olan antik edebi kaynakların hemen hemen tamamen işlenmiş olduğu çağımızda, epigrafi, Nümüzmatik, Papiroloji gibi disiplinlerin klasik filoloji, klasik arkeoloji ve eskiçağ tarihi gibi bilim alanlarına ilk elden yeni kaynaklar sağladığı, günümüz bilim çevrelerinin artık tartışmasız kabul ettiği bir gerçektir. Bu nedenledir ki, söz konusu bu disiplinler artık eskiden olduğu gibi yan ya da yardımcı bilimler olarak değil temel bilimler olarak tanımlanmakta.[2]
Eskiçağ araştırmalarını bu beş temel bilimden yararlanmadan yürütmek bugün artık olası değildir. Çünkü yeni kaynaklara başvurmadan yapılan tarih bilimi dinamizmini kaybederek durağanlaşmaya, giderek vasıfsızlaşarak öğretici ve eğitici işlevini yitirmeye mahkûmdur.
Temel Bilimler:
- Klasik Filoloji
- Klasik Arkeoloji
- Tarihi Coğrafya
- Papiroloji(Kâğıt tanıma bilimi)
- Nümüzmatik
Yapılacak araştırmalar sadece bu bilimlerden faydalanılacak manasına gelmez. Elbette ki diğer bilimlerde dâhildir. Fakat bahsettiğim gibi eskiçağ üzerine araştırma yapacak olan bir tarihçinin vazgeçemeyeceği temel bilimleri bilmesi gerekmektedir. Bu demek olmuyor ki diğer bilimleri kullanamaz. Bir diğer yardımcı bilimler ise;
- Kronoloji
- Filoloji
- Arkeoloji
- Epigrafi
- Diplomatik
- Etnografya
- Antropoloji
- Kimya(C14)
- Toponomi
- Heraldik
- Sicillografya
- Meteoroloji
Eskiçağ Nedir?
“İnsanlık tarihinin en eski gelişme evresi olan ve kalıcı etkileri öncelikle yazının bulunması, kent uygarlığının oluşması, devlet kavramı ve teşkilatının gelişmesi ve güçlü bir zihinsel kültürün ortaya çıkması gibi noktalar üzerinde yoğunlaşan Eskiçağ tarihi, esas itibariyle Akdeniz ve Ön Asya kültür çevrelerinin ve bu kültür çevreleriyle doğrudan ilişki halinde bulunan komşu bölgelerin yazı ile başlayan en eski devirlerinden (İ.Ö. 3000-2800) Roma’nın Akdeniz’de kurduğu siyasal mekân birliğinin çöküşüne ve Avrupa Ortaçağ’ına (İ.S. 7. yy’den itibaren) kadar olan süreyi kapsamaktadır.”[3]
Bir diğer tanım ise Britanya, İran, Mezopotamya, Karadeniz havzası ve Kuzey Afrika bölgesi arasında kalan coğrafyadaki toplumları yaşayış biçimlerini ve geçirdikleri tarihsel süreci sosyoekonomik, sosyopolitik ve sosyokültürel anlamda, belge-yorum ilişkisi.
Bu araştırmalar sonucu artan ve gelişen kaynaklarla birlikte eskiçağı kategorize etmek en mantıklı bir adım olmuştur. Nitekim sınıflandırma olmaz ise büyük bir karışıklık meydana gelir. Bundan dolayı eskiçağ, eski batı ve eski doğu olarak ele alınmış ve kategorize edilmiştir.
- Eski Batı, Eski Ön Asya (Mezopotamya, Suriye-Filistin, İran ve Anadolu) ve Eski Mısır kültürünü kapsar
- Eski batı: Ege-Yunan kültürünü, Büyük İskender’in yol açtığı Hellenizm kültürünü ve İtalya-Roma kültürünü inceler.
Nitekim yapılan bu kategorize işlemi sonucu artık yardımcı bilimler “yazı öncesi” ve “yazı sonrası” olarak ele alınmıştır. Yazı önce bilimler, arkeoloji, antropoloji, kronoloji, coğrafya, kimya(c14), etnografya bilimleridir. Yazı sonrası bilimler ise birçok bilimi kapsamaktadır.
Tarih bilimiyle uğraşı, günümüz kültür toplumlarında insanlığın geçmişi ile yapılan evrensel bir hesaplaşma. Bir anlamda bilimsel bir mahkemedir. Tarihçiler, Arkeologlar, Filologlar bu büyük ve sürekli mahkemenin yargıçları, hâkimleri durumundadır. Bu hâkimlerin önüne geçmişin derinliklerinden iki tür tanık çıkmaktadır.[4]
- Konuşan tanıklar ki bunlar taş(epigrafik), metal(Nümüzmatik) ve kâğıt(Papiroloji) gibi malzemeler üzerinde yazılı olarak günümüze ulaşan belgelerdir.
- Konuşmayan tanıklar ki bunlar da heykel, resim, mimari kalıntı, araç gereç gibi yine taş ya da metalden yapılma, fakat salt arkeolojik nitelikli malzemelerdir.
Bu iki tür tanıklar bir tarih araştırmacısının önüne çıkar ve birisi susar diğeri konuşur. Bu sebepten ötürü konuşan tanıklar, yorumlanmayı ve açıklanmayı bekler. Konuşamayan tanıklar ise oldukları yerde durup, ifade etmek istediği büyük tarihi gerçeği tarihçi, arkeolog, filologdan bekler. Bundan dolayı tarih araştırmacılarının birincil kaynağı elbette ki yazılı olan kaynaklardır. Yani konuşan tanıklardır.
SONUÇ
Eskiçağ alnında
büyük bir filolojik eksiklikler mevcuttur. Bu yüzden birincil kaynaktan
araştırma yapan nitekim az araştırmacılarımız var. Bu yüzden bu alanın metot ve
incelenmesi bir hayli zor gözüküyor, eskiçağın vazgeçemeyeceği bilimlere
değindik bu bilimlerden vazgeçen bir araştırmacı yapmış olduğu araştırmanın pek
mantıklı olacağı gözükmemektedir. Bu alanda çalışmalarını sürdürenler diğer
bilimleri de iyice bilmeleri gerekir.
[1] Suat Gökalp, Mezopotamya Siyasal Tarihi, Belge yayınları, İstanbul, 2015, s.94.
[2] Sencer Şahin, Türkiye genelinde eski çağ bilimleri ve eski çağ tarihi temel bilimleri, s.209
[3] Bülent İplikçioğlu, Eskibatı Tarihi 1. Giriş, Kaynaklar, Bibliyografya, Türk Tarih Kurumu, Ankara 1997, s.12.
[4] Sencer Şahin, Türkiye genelinde eski çağ bilimleri ve eski çağ tarihi temel bilimleri, s.210