Sahilde bir sandalye; sandalyeler yalnızlar içindir. Deniz dahil kalp hariç her zerre sakin. Ne yapılsa olmuyordu, adım atmaktan yorulan kan tanecikleri ısrarla hızlı pompalanıyordu. Nefes alışverişler rutin, tırnak yemeler hep aynı dozda, beklentiler salaklık derecesinde. Yağmıyordu. Yağsa ayaklarından yukarı doğru umut akacaktı ama yok. Sendelenen bir sandalyenin arka tarafına denk gelen aksak bacağı. Beden sabit; ruh sallanıyor. Denizin baskın yosun kokusuna köşedeki köftecinin damlaları iniyor, mide spazmları oluşturuyordu. Sorsan tokum diyecek, belki yağmur başlayınca oraya sığınacaktı –bahane buydu ya-. Bazı insanlar çabalamayla gelmiyor, gidiyordu. Onlardan değildi ama olsun. Kana karışmış göz yaşları. Hayır dışarı akıtıyordu ama en çok içine damlıyordu. Ağlamaktan hiçbir zaman çekinmedi. Ekseriyetle ağlıyor sonra baş ağrısıyla uyuyakalıyor ve ertesi sabah şiş gözlerle hayata devam ediyormuşçasına haklı çıkıyordu. Haklı vicdanı; haksız rutinleri vardı. Onu da böyle sevsinlerdi ama doğruya sevmeye cesaret etmekten yoksunlardı.
” …yani avucumu yalayıp sigara içiyordum, aşktan nasibim bu kadardı.” Murat Menteş