Hayat durmadan, benzersiz bir hız ve güçle çağlıyor. 4.5 milyar yıldır gezegenimizde süregelen bu devinim içinde henüz sadece son birkaç bin yıldır var olan insan, modern insan için en yüce değerlerden biri olan bilinç ile –kimileri lanet olarak da adlandırır- yaşadığı gezegeni tanımlıyor, ötesinde üretim ile onu şekillendiriyor. Bu şekillendirme çağımızda sermaye önderliğinde gerçekleştiği için de hep daha fazla kazanç adına yapılıyor. Ne var ki bu şekillendirme, Dünya’da yaşayan milyonlarca türün faydasına olmadığı gibi bu türlerden sadece biri olan insana da zarar veriyor. Bu konu şimdilik başka bir yazıya kalsın; bu yazıda daha farklı bir noktaya, bilinçlerin yaratısı teoriler ile çağlayan hayat arasında oluşan çelişki ve çatışmaları inceleyelim.
İnsan, deneyimlediklerini kendi dışındakilerle paylaşmak ve süregelen birikimle ileri gitmek için var olduğundan beri hayatı teorileştiriyor. Zamanla kimi teorilerin yetersiz kalıp daha yeni ve zamanın ruhuna uygun olan başka teorilerce yıkılması kural yani “Değişmeyen tek şey değişimin kendisidir”. Bu yüzden avcı-toplayıcılığa karşı üreticilik, titanlara karşı 12 Olimposlu, Firavun’a karşı da Musa ilericidir ve hayattan aldıkları güçle eskiyi yıkmışlardır. İdeolojiler zamanla gelecek tasarımlarını yitirir ve yeni taleplere cevap veremedikleri için yıkılırlar. Tarihi doğru okuyanlar da bilime yaslanarak kendini yenileyenler haricindeki tüm teorilerin eskiyeceğini, çağın gerisinde kalacağını ve daha da önemlisi bu teorilerin aslen hayattan çıkarımlar olduğunu bilir. Yani teorinin ancak doğruluğu hayatın gerçekliğine yakınlığı ölçüsünde mümkündür. Ne var ki insanlık –müthiş egosundan kaynaklanıyor olsa gerek- çoğu zaman hayattan çıkardığı teoriyi hayatın önüne koymaya çalışıyor. Elbette eşsiz bir güçle çağlayan hayat ise önüne konulan bu komik engeli kısa zamanda ya yıkıyor ya da kendine akacak başka yataklar buluyor. Bunun en güzel örneğini genç 21.yüzyıl’a şimdiden örnek olan Gezi Direnişi ya da Haziran Ayaklanmasıyla yaşadık. Baskıcı iktidarın 10 yıldır hayatın önüne emperyalizmin sıcak para yığınağı desteğiyle çektiği set nihayet, hem de hiçbirimizin beklemediği bir anda yıkıldı ve yaşam olanca güzelliği ve ışıltısıyla ülkemizde yeniden çağlamaya başladı. Denilebilir ki güneş, karton tanrılardan yeniden alındı ve Anadolu’ya Cumhuriyet Devriminden sonra yeniden ışık saçıldı. Yalnız bu kez Anadolu’ya Güneşi Antik çağlardan farklı olarak Prometheus hediye etmedi, onu insanlığın kendisi, kendi elleriyle aldı. Kurtarıcı beklemedi ve Mustafa Kemal’in söylediği gibi artık bir millet olduğunu kanıtladı. Yalnız incelenmesi gereken bir nokta daha var: Hayat denen muhteşem çağlayanın önündeki, 10 yıl dayanabilen seti AKP tek başına mı bu kadar zaman koruyabildi? İddiam bu setin 10 yıl dayanmasının önemli etkenlerden birinin bu topraklardaki “ilerici” hatta “devrimci”ler olduğudur. Ancak hayat tüm doğallığıyla onları da aştı.
“Marks/Lenin/Mao/Che şöyle der” diyerek teorisyen kelamlarını noktası virgülüyle birer kadim buyruk kılanlar,”Genel başkan böyle diyor” diyerek parti liderlerinin şaşmaz pusulalar olarak görenler, içinde yaşama şansını taddığımız Haziran Hareketi’ni en başında doğru okuyamadı. Hatta Tayyip Erdoğan’ınkine şaşılacak derecede benzer şekilde “Üç, beş ağaçtan iktidar talebi çıkmaz” teorileriyle büyük bir yanlışlık içine düşerek birkaç gün içinde hayatın kilometrelerce gerisine kaldılar. Çünkü ne kitaplar Gezi Parkı’ndan bu denli büyük bir direniş çıkacağını yazmış, ne de genel başkanlar İstanbul’daki bu küçük parkı işaret etmişti. Topluma önderliği meslek edinmiş kadrolar ”Tarihin büyük atlamaları ancak bizim planladığımız eylemlerde ve planlarımızdan milim sapmadan gerçekleşecektir.” yanılgısı içinde olduklarından ve nasılsa gezi parkındakilerden fazla siyasi eser hatmettiklerinden, bu hareketin bu denli büyüyeceğini ihtimal dahilinde görmüyorlardı. Birkaç gün içinde, iktidarla onu karikatürize ederek mücadele eden bu “ciddi”(büyük) hareketin, sokaktaki milyonlarca şiirsel mücadelecinin güçlerini görerek yeniden onlara önderlik etme iddiasıyla alanlara çıktılar. Şaşırtıcı bir başka durum da insanların içselleştirdiği birkaçı haricinde kitaplarda yazılmış ve daha önce kullanılan ciddi sloganların aksine “fazlasıyla” neşeliydi. Elbette yandaş medyanın iddia ettiği gibi sokaktaki milyonlarca insanın bir gelecek tasarımı, alternatif sunmadığı saçmalıklarına riayet edilemez. Örgütlerin, özellikle polis saldırıları sırasındaki sıcak temaslar anlarında katkıları büyük olmuştur. Dahası karşımızdaki her açıdan örgütlü bir parti devletiyle dağınık kuvvetler halinde mücadele başarıya ulaşamaz. Yalnız her örgüt istediği kadar ve biraz da buyurganca “Örgütlenin” çağrısı yapsın, insanlar beklentilerine karşılık bulamadığı yapılar içinde yer almak istemeyecektir. Halkın Haziran Ayaklanması’na özellikle de bireysel katılımlarla gerek duymasının büyük nedeni de biriken bu büyük enerjiyi hissedemeyen ve onun taleplerine karşılık veremediği için insanları yapısı içine katamayan örgütlerdir.
Görmemiz gereken temel mesele hayatın kitaplara değil, kitapların hayata uyduğudur. Yazılıp çizilen, sistemli ya da sistemsiz tüm fikirlerin aslen hayata yani deneyimlere dayandığını gözden kaçırırsak yaşamın gerisine düşeriz. Yeryüzündeki milyarlarca insan; yazılıp çizilmemiş olsa da milyarlarca düşünce, teori demektir. Bilimsel kurallar bile eleştiriye açıkken hayata öngörülerimizi dayatmak sadece bizi gülünç duruma düşürür. Mükemmel olan hayattır, teori yani düşünceler ve öngörüler kusurlu ve hayatın birkaç adım gerisindedir. Hayat kimseyi beklemez. Yapılması gereken bugünkü tarzla geçmişin siyasi söylem ve sloganlarında diretmek yerine sağlam geleneklere yaslanarak ve aslen insanların dertlerini dinleyerek bu sorunlara zamanın ruhuna uygun çözümler sunmaktır. Yani artık sokağa çıkmanın ve insanlara dikte etmek yerine onları dinlemenin zamanıdır. Sokak çok güzel, gelsenize!
Ozan Şenyüz
“Zaman akacak ve gidecektir. Hiçbir şeyi tabulaştırma, dogmalara karşı koy. Büyük devrimlere gereğin kalmayacak kadar devrimci kal yeter. Bir milletin kurtarıcıya gereksinimi yoksa millet olmuş demektir. Sakın kurtarıcı bekleme, yoksa sana karşı olan vazifemi yapamadım sayarım.” Mustafa Kemal Atatürk