Yıllarca kızdım babama, sevgisini belli edemediği için. Kısa bir zaman önce bıraktım. Böyle bir algı vardı toplumda, babalar duygularını belli edemezmiş. Yavaş yavaş yıkılmaya başladı tabular. Babamınki de öyle. Sorun şu ki, tek kelime dahi edilmeyen çocukluk zamanları geri gelmeyecek. Bu çok dokunuyor. Oysa en çok o kızdığı zaman kırıldığımı söylemek isteyişim vardı bolca ya da o gün vazoyu neden kırdığımı bilmesini isteyişim. Kelimelerimi almıştı sanki biri elimden ve vermiyordu ısrarla. Söyleyemedim.
Hayatımıza aldıklarımıza duyduğumuz sevgi hep aynı tür aslında. Yani derecesi aynı değil ama türü aynı. Bundandır ki bir diğerine hissedilen aynı şiddette ise öncesini düşünmezsin. Unutmak yerine koymak aslında. Aileye duyulansa başka bir tür ve yerlerine koyacak kadar büyük sevgilere rastlamıyoruz hiç. Unutmayı rafa kaldırıyoruz bu yüzden.
Babama anlatacak çok şey biriktirdim. O yanımdayken üstelik. Şimdi anlatıyorum hepsini. Aynı zamanlarda, bazen aynı koltukta birbirimizin hayatına dahil etmediğimiz her şeyi konuşuyoruz. Konuşabildiğim için daha mı çok seviyorum şimdi onu? Hayır. Kanıtlamaya gerek var mı ki sevgiyi kelimelerle. Babam olduğu için şanslıydım. Babam O olduğu için dünyanın geri kalanından daha şanslıydım. Gecenin sessizliğinde üşümeme izin vermezdi hiç. Yorganımı kavrayan elin onun eli olduğunu bilirdim. Buna yemin edebilirdim. Babam çocuklara dayak atılmayacağını dayak yediği gün öğrenmiş. Bundandır dayağa mühürlüydü evimiz.
Bir insanı sessizliğinden tanımaya başladığınız o evre çok acayip. Tam olarak 6 yaşımda ses tonundan, 16 yaşımda suskunluğundan anlar olmuştum babamı. Bugünlerdeyse o iki kelimeyi neden söyleyemediğini anlıyorum. Biraz mahcubiyetten biraz da değersizleştirmek istemeyişinden sevgiyi. Sevgiyi değersizleştirmek çok ayıptır çünkü. Bu onun insanlara, ‘hiç konuşmadan nasıl sevilir’ i gösteriş şekliydi. Bu onun adam şekliydi. Hayatımın en uzun sarıldığım adamı, vazoya ayağım takılmıştı.