Ay kendi yörüngesinde dolanırken dünyanın gölgesine girer. Buna “ay tutulması” denir.
Kendisini bir anda hayatın içinde bulmuş. Allah ve Resulünün yolunu kendine rehber edinmiş. Bir yandan hayat mücadelesi veren bir yandan manen kendini geliştirmeye çalışan bir adam. Bu hikayede Ay’ı kendime benzetiyorum. Ay gibi kendi yörüngemde dolanırken girmiştim onun göz bebeklerinin gölgesine. Gözleri dünyam olmuştu. Bilim buna ‘ay tutulması’ der,ben buna ‘Hilâl tutulması’ derim.
Ve bilim yanılıyordu. Ay tutulması genellikle yılda iki kere olur diyordu. Bense yirmi yıldır ilk defa böyle birşey yaşıyordum. Tüm benliğimi kaybetmiş, mantıklı kararlar veremiyordum. Dünyadaki var olan herşey bana anlamsız geliyordu. Hiçbir şeyin tadı tuzu kalmamıştı. Sadece onun gözlerini, dünyamı,düşünüyor;onun hayaliyle yaşıyordum. Ben ilk defa böyle birşey yaşıyordum.
Günden güne boğuluyordum gözlerinde. Bir çıkış arıyor bulamıyordum. Gözlerine bakamamış,korkmuştum. Beni ürküten neydi bilmiyorum.
Oysa bir kere baksam gözlerine. .
Filistin özgürlüğüne kavuşur, Ayasofyadan ezan sesleri yükselirdi.
Öyle bir ses tonu vardı ki.. Yaratıcının varlığının kanıtıydı sanki.
Bana bir kere adımla seslense..
Doğu Türkistanlı anaların gözyaşı silinir,
Türkmen babaların gül yüzünde güller açardı.
Ve hiç bilmediğim ellerinin sıcaklığı bir hissedebilsem.. Fatih’in İstanbulu nikahımıza şahitlik ederdi.
Bir öpebilseydim avuç içlerinden. . Anaların ayakları altına serilen cennet kokusu yüreğime dolar,damarlarımda gezerdi.
Bir uzanabilsem ona.. Ruhum deli taylar gibi koşardı Ötüken bozkırlarında.
Ne zaman geçecekti bu tutulma? Yoksa sonsuza kadar benimle mi kalacaktı? Nasıl çözülecekti bu bilmeceler? O benim yaşadıklarımdan bi haberken benim yüreğim ona tutuklu mu kalacaktı?
Hilâl’e adanmış Tunç yüreğin hikayesi