Bölüm 1: Yarım Torba Kömür!
Serhat bahçede top oynuyordu.
Bahçe kapısı çalındı. Serhat, koşup kapıyı açtı. Gelen babasıydı.
Necati:
“Ne haber oğlum?”
“Aynı, koşturmaca. Anne! Evinin direği geldi.”
“Al şu torbaları. Bu da topun! Gözünü seveyim üç gün dayansın!”
Burcu:
“Babam geldi!” Necati, koşarak gelen kızını kucakladı.
“Nasılmış benim fıstığım? Abinle kavga ettin mi? Üzdü mü seni?”
“Beni kaleye geçirdi. Yüzüme top attı. Ağladım!”
“Ne yaptın kardeşine?”
Serhat:
“Kız uykusuzluk çekiyordu. Sayemde iki saat deliksiz uyudu. Teşekkür etmeniz lâzım!”
Ümmühan, yazmasını bağlayarak bahçeye çıktı.
“Hoş geldin! Neler almış babası kızıma?”
Necati:
“Bir sürü mama aldım kızıma! Yumurta aldım, süt aldım, meyve aldım… Bugün de karnımızı doyuracağız çok şükür!”
“Ee, hani üç, dört çuval odun getirecektin?”
“Kamyonete, mutfak dolaplarını yükleyip inşaata gönderdik. Mecbur yarın getireceğim. Hiç mi yakacağımız yok?”
“Kalanları da sabah yakmıştım. Çer çöp kaldı geriye.”
“Yemeğimizi yiyelim de bakarız çaresine!” Torbaları alıp akşam yemeği için eve girdiler.
Yemekten sonra Necati bahçeye çıktı.
“Serhat!”
“Efendim?”
“Şu sokakta bir dolanalım. Bakalım yakacak bir şeyler bulabilecek miyiz, bir bakalım?”
“Tamam!” Serhat sert bir vuruşla topu patlattı.
“Aferin oğlum! Kır oğlum, vur oğlum! Patlat oğlum, bitir bizi oğlum! Günyüzü gösterme bize oğlum. Oğlum, oğlum, oğlum!”
“Uzun hava mıydı bu?
“Düş önüme eşek herif!”
Necati ve Serhat, bahçe kapısını açıp sokağa çıktı.
İki sokak dolaştılar.
Ellerinde bir meyve kasası, iki kırık tahta ve yarım torba kömür ile eve döndüler.
“Serhat! Şu kömürü sobanın yanına götür. Ben de şu kasayı kırayım.” Serhat, kömür torbasıyla eve girdi. Necati, yerden aldığı taşla meyve kasasını kırmaya başladı. Ümmühan, bahçeye çıktı:
“Bulabildiniz mi bir şeyler?”
“Bulduk, bulduk! Çöpün yanına meyve kasası bırakmışlar. Onu aldık. Sokağın köşesinde de hurdacılar ateş yakmış ısınıyordu. Sağ olsun onlarda yarım torba kömür verdi. Bu akşamlık idare ederiz.”
Ümmühan Kütahyalı’ydı! Sevgisini gösterdiği zamanlar şivesi değişirdi.
“Ülen, aferin ülen sene!”
“Dur kız! Ne yapıyorsun?”
“Sen bize baba oldun da evimizi mi ısıtıyon?”
“Yapma! Bak, odun kırıyorum.”
“Duğmazsam n’oluğ? Söyle bakem!”
Necati, Ümmühan’nın elinden kurtulup eve doğru koştu.
“Kaçma len! Gel buraya!”
Küçük odanın ortasında soba yanıyordu. İki yer yatağı yapılmıştı. Birinde Ümmühan ile Necati, diğerinde Serhat ile Burcu yatıyordu. Çocuklar uyumuştu. Necati odaya girdi.
“Uf! Dondum, dondum!” Sobanın yanındaki yarım torba kömürü ateşin içine attı.
“…Gece donmayalım. Yavaş yavaş yansın.”
Yatağı başucundaki saati sabah 4.30′ a ayarladı.
“Sabah namazından sonra çıkmam lâzım. Montaja gideceğiz.” Yatağa yatıp yorganı üzerine çekti.
“O, yatakta sıcacıkmış! Kimin sayesinde acaba?”
“Rahat dur! Çocuklar uyanacak.”
“Uyanmaz! Çoktan dalmıştır onlar!”
Serhat:
“Öhö, öhö!”
Necati:
“Uyumamış! Daha sessiz olalım.”
Serhat:
“Ulan öhö diyorum, öhö!”
Necati:
“Bir rahat yok ya!” Serhat daha şiddetli öksürdü.
Necati:
“Ne var?”
Serhat:
“Uyumaya çalışıyorum!”
“Kapa kulakları, yum gözünü yat uyu!
“Çişim geldi!”
“Git işe!”
“Bak oğlum, sana hiç güvenmiyorum! İki dakikaya çükümü sallandırıp geleceğim. Elin kolun rahat dursun!”
Serhat odadan çıktı.
Sabah saat 04.30!
Alarm çalmaya başladı. Oda dumanlarla kaplıydı. Dumanların arasından uzanan bir el saati susturdu. Elin sahibi bir itfaiye eriydi. Yangın söndürücü tüpünü alarak odadan çıktı. Bahçede bekleşen kalabalığın arasında kayboldu.
Evin bahçesi!
İtfaiye, polis, ambulans, komşular. Yerde iki kişi yatıyordu. Üstleri birer örtüyle kapatılmıştı. Polis memuru savcıya bilgi vermek için örtüyü kaldırdı.
“Baba ve kızı sayın savcım!”
Savcı gerekli notları raporuna ekledi.
“Tamam, kapatabilirsiniz.”
Olay, polis kayıtlarına ‘karbon monoksit zehirlenmesi’ olarak geçti. Ambulansın arka kapısı açıktı. Yüzleri kararmış anne ve oğlu, tedavi altındaydı.
—Sonraki Bölüm—
‘Baba Evi!’
Yasin Numan Yılmaz