İnanmak
İnsan bir şeylere inanarak hayata başlar. İnanmak bilginin dayanak noktasıdır. Bir başka bilgi gelene kadar. Hatta zamanla bu inanç o kadar keskinleşir ki gelecek ile ilgili öngörünün ötesine geçer. Gerçeği yamultarak algılamamıza sebep olabilir. Bizler en ufak bir inançsızlıkta şişinmeye başlarız. Güçlü olan özelliklerimizi ön plana atarız.” Falanın şusu varsa benimde bunum var.” deyişi gibi bizler psikolojik ve sosyolojik açıdan güçlü ve haklı onduğumuzu düşünmek için inanmaya ihtiyaç duyarız. Archimedes’ “Bana öyle bir dayanak noktası verin ki dünyayı yerinden oynatabileyim.” Demiştir. Bu dayanak noktası bilinçte kişinin bilgiyi oturttuğu en sağlam temeldir. Bu yüzden inanmak insanın kendini inşa etmesidir. Bu inşa insanın hayata tutunmasına yada gerçekleşemeyince yaşamdan koparır. İnanmak içerisinde umut ve korkuyu barındırdığı için insanı bu iki duygu arasında sallandırır. Spinozanında deyimiyle umut ile korku iç içe geçmiş duygulardır. “Korkusuz umut umutsuz korku var olamaz”. İnsan da bir şeylere inanma güdüsü zayıflığının farkında olması ile başlar. İnsan en fazla hatayı en çok güçlü hissettiği ve zayıf hissettiği zamanlarda yapar. İnandığımız şeyler gerçekleşirse kendimiz güçlü hissederiz. Bu güçlü yan bizi hayatta empati yeteneğinde yoksun bırakarak ilkel benliğimizi ön plana çıkarır. Biz bencilliğimiz ya da tutkularımızın kölesi oluruz. Peki gerçekleşmezse bu sefer insan kendine olan inancını yitirebilir. Bir güvenli limanı olması lazım herkesin hayata karşı. Böyle zaman zaman dinlenip soluk alabileceği bir yeri. Hem bazı şeyleri kabullenmek gerekir. Çünkü değişim kabullenmekle başlar. İnsanda sınırsızlığı, hayal kurma yetisini ve geliştirme süreci inanmak ile başlar. İnancını yitirmiş bir insan kendini keşfetmekten mahrum kalırken hayatı yaşamaktan mustarip olur. O yüzden inancın gücü hafife alınmamalıdır. İnanarak başlar hayatımız ve inanarak yeniden.
“İnsan düşünmek, inanmak ve sevmek için dünyaya gelmiştir.” Jean-Jacques-Rousseau
Üçlemenin Sonuncusu İnanmak.