Öğretmenin yanında duruyordu, ancak gülümsemesi ve kendinden emin duruşuyla sanki kendisi öğretmendi. Ben de herkes gibi bir an önce adını öğrenmek istiyordum. Ama öğretmenimizin nedense pek açıklamaya niyeti yok gibiydi. Ankara’dan geldiğini söylemiş, susmuştu.
Kibar bir şekilde öğretmenimize döndü.
-Tanıştırabilirsiniz… Lütfen.
-Peki evladım. Arkadaşınızın adı Kelebek. Ders programı ve kitaplar konusunda arkadaşınıza yardımcı olursunuz.
Tabi sınıf “Kelebek”ten sonrasını duyamadı. Öyle bir kahkaha, gürültü koptu ki, ben bile şaşırdım.
-Kesin! diye gürledi öğretmen.
-Saygısızlığın lüzumu yok. Sen de geç yerine kızım.
Sınıfta fısıltılar ve gülüşmeler devam ediyordu. Ben Kelebeğe daldım, ve çok sevdiğim edebiyat dersi Kelebeğin kanat çırpışlarına dönüşüp uçtu gitti. Zil çalınca toparlandım. Tanışmak istiyordum, öyleyse tanışmalıydım.
-Merhaba Kelebek, demek istedim. İsmini söylersem alay ettiğimi düşünür mü?
-Merhaba!
Afalladım.
-İyi misin? Bir şey söyleyeceksin sandım.
-Be…ben evet. Merhaba.
Ve birden rahatladım. Gülümsemesine bıraktım kendimi. Böyle konuşmaya başladık Kelebek’le. İsmi neden Kelebek’ti? Bir türlü öğrenemedim. Soramadım da.
Derken başka biri sordu.
-Neden Kelebek, çok komik değil mi?
Hemen kulak kesildim. Sonunda biri sormuştu. Çok kaba bir dille sormuştu, ama öğrenecektim. Sakince yanıtladı:
-Babam buralı, ancak annem Mardanlardandır, bir Kızılderili kabilesi. Geleneklerimizde doğaya ait isimler kullanılması çok yaygındır.
Soran kişi şaşkınlıkla dudağını büzüp uzaklaştı.
Hemen o akşam Mardanları araştırdım. Bulamadım. Mandanlar kabilesi vardı mesela. Belki yanlış söyledi diye düşündüm. Kendi kabilesini bilmez mi insan?
Ertesi gün kantinde karşılaşınca sormaya karar verdim. Ancak tam soracakken bu kez başkası girdi araya.
-Kelebek, nedir bu saçma sapan isim?
Gülümsedi yine.
-Saçma sapan değil aslında. Biz yıllarca Hindistan’da yaşadık. Oradaki inançlara göre her canlı önemlidir ve en önemli canlılardan biri de kelebektir. Çünkü bir kelebeğin kanat çırpmasının oluşturduğu dalgalar dünyanın öbür ucunda fırtınalara sebep olabilir. Bu yüzden de Kelebek oralarda çok yaygın bir isimdir.
Soru soran arkadaş “İlginçmiş” diyerek tatmin olduğunu belirtse de ben olmamıştım. Bu kez araştırma yapmama gerek yoktu. Bu anlattığının bir Hint inancı değil de “kaos teorisi” olduğunu zaten biliyordum. Ayrıca herkese farklı bir hikaye uyduruyordu. Artık bu konuyu konuşmamız gerekiyordu.
Diğerlerinin uzaklaşmasını bekleyip sordum.
-Neden gerçekleri söylemiyorsun?
Önce şaşırdı, sonra gülümsedi.
-Demek fark ettin. Bu isimle yaşayınca öğreniyorsun ki bazen insanlar cevap almak için değil, kızdırmak, üzmek, alay etmek için soruyorlar. Bilginin gücüne sahip olmayanlarda maalesef durum bu.
-Bilginin gücü? diye sordum istemsizce.
-İnsanlar bilmedikleri şeyleri sevmez, içgüdüsel olarak korkarlar. O yüzden kişi ne kadar çok öğrenirse o kadar güven dolu olur. Bu güven çevresine de saygı ve sevgi ile yaklaşmasına yardım eder. Tıpkı senin gibi.
-Benim gibi mi?
-Evet. Belli ki sen araştırıyorsun. Eğer sorsaydın kesinlikle onlar gibi sormazdın, ve sorsaydın, sana gerçeği anlatırdım. Hala merak ediyor musun?
-Evet, lütfen.
-Annem doğayı ve insanları çok seven biriymiş, ön yargılardan uzak, saygı ve sevgi dolu bir dünya hayal edermiş. Kelebek ismini koymak istediğinde karşı çıkmışlar.
-Annen seninle gurur duyuyor olmalı.
-Maalesef. Ben çok küçükken annem de babam da trafik kazasından hayatlarını kaybettiler.
İlk defa Kelebeği ağlamaklı görüyordum, ve bu canımı acıtıyordu.
-Biliyor musun, annem yine de koymamış Kelebek ismini, ben anlarım, ama çevremdekiler anlayamaz, beni üzerler diye vazgeçmiş.
-Aa… O zaman senin ismin…
-Bilge benim ismim, diyerek güldü.
Şaşkınlığım artıyordu. Tekrar ciddiyetini takınarak devam etti.
-Ama ben annemin Kelebeğiyim. Aslan, kartal gibi hayvanlar isim olabiliyorken, neden Kelebek gibi zarif bir canlı isim olmasın? Ben çok sevdim ismimi. Varsın başkaları sevmesin.
Bu hafif hırçın ve kendine güvenen haliyle yeniden tanıdım Kelebeği, yeniden sevdim.
-Ders zamanı geldi, siz anca çene çalın, diye omzuma atladı Ozan. Tam da zamanıydı.
-Oo pırpır hanım da buradaymış.
-Kelebek, diye tebessümle düzeltti Kelebek.
-Ha kelebek ha pırpır. Zaten Kelebek kadar saçma bir isim olamaz.
Ozan aslında çok kötü bir çocuk değildir. Ama bazı odunlar o kadar kurumuştur ki özüne ulaşmak zordur. Bizim Ozan’ın da özü epey derinlerde gizli olmalı diye düşünüyorum.
-Aa sana anlatmadı mı? diyerek araya girdim.
-Neyi?
-İsminin neden Kelebek olduğunu. Herkes biliyor sonuçta.
-Yoo, haberim yok.
-Çok güzel bir hikayesi var. Yunan mitolojisine göre insanın kaderini belirleyen üç tanrıça vardır, bunlar sürekli ip gibi kaderi dokurlar. Bunlardan bir tanesi her bahar kelebek şekline girip insanlara o yılın nasıl geçeceğini gösterir, kelebeğin rengine göre de kaderin belirlenirmiş. O yüzden aslında kelebeklerin bir tanrıçanın değişik şekilleri olduğu düşünülür.
Ağzı açık kaldı Ozan’ın. Ben hikayemi tamamlamış olmanın gururuyla Kelebeğe baktım. Gülmemek için zor tutuyordu kendini.
-Vaaay. Hiç öyle düşünmemiştim. Güzel isimmiş. E sınıfa gidelim hadi! diyip koşarak uzaklaştı Ozan.
– Mitoloji demek.
-Ve Ömer Seyfettin, diye ekledim.
-Bahar ve Kelebekler, dedi o da.
Gülüşerek sınıfa doğru ilerledik.