Bazı filmler vardır; hayatımızdaki yansımaları izler, kendimizden bir şeyler buluruz onlarda. Tabii bunun için filmdeki oyuncu da bizden olmalı. “Rol” yapmamalı aslında, “bizi” yaşamalı filmde. Tıpkı Kemal Sunal gibi…
Kimi zaman ailesini geçindirmek için ek iş yapmak zorunda kalan öğretmenlerimizin halini canlandırdı, kimi zaman ise “Orta Direk” olarak çıktı karşımıza. Değişmeyen tek şey vardı; o da hep “bizi” anlattığıydı. Yüksekten bakanların göremediği insanların hâlini yansıttı. Genellikle fakirdi filmlerinde ama hiçbir zaman otoriteye yaranmaya çalışan dalkavuklardan olmadı. Zekâsıyla kendini ezenlerin bileğini büküp yola getirdi. Bir bakıma insanlık dersi veriyordu aslında. Tüm bunları yaparken, aynı duygularla güldürdü hepimizi, yüzümüzdeki tebessümdü. Gerçek hayatta bulamadığımız samimiyeti, dürüstlüğü onun filmlerinde bulduk belki de. Bu yüzden çok sevdik onu ve filmlerini. Seksen iki tane birbirinden güzel film sığdırdı hayatına. Seksen üçüncüye kalbi izin vermedi. Geçirdiği kalp krizi sonucu aramızdan ayrıldı. Arkasında ise anısını ve adını hep yaşatacak seksen iki tane yapıt bıraktı.
Kemal Sunal ve onun gibi büyük üstatlarımızın yerinin hâlâ doldurulamadığının en büyük kanıtı; bugün ekranlarımızı işgal eden dizilerdir. Bu dizilere ayrılan büyük bütçeler bile kalitelerini arttırmaya yetmiyor. Çünkü artık dizilerimizde bize ait bir şey yok. Avrupalı yaşam tarzını esas alan, kültürümüzden hiçbir iz taşımayan ve en önemlisi ahlâki değerleri yok sayan bu diziler milletimizi yozlaştırmaktan başka hiçbir şeye yaramıyor. Büyük kültürel çöküşlere sebep olduğu gibi özellikle gençlerimizi bize ait olmayan saçma şeylere özendiriyor ve bir özbenlik kaybına sebep oluyor. İzlenme oranlarını arttırmak uğruna her türlü kültürel değerden taviz verildiği ise acı bir gerçek. Bugünün oyuncuları sanatlarıyla değil de özel hayatlarıyla ekranlarda boy göstermeye başlayınca “sanatçı” kimlikleri de arka plânda kaldı. Hâl böyle olunca senaryolar da değişti tabii; dikkat çekmek adına tüm ahlâki değerler ayak altına alındı dizi ve filmlerde. İşin ilginç yanı şudur ki; bu diziler için çok büyük rakamlar harcanmış olmasına ve değerlerimizden her türlü tavizin verilmesine rağmen hiçbiri Kemal Sunal filmleri kadar geniş kitlelere ulaşmamış ve kalıcı olamamışlardır. Ve şunu kabul etmeliyiz ki; halkın kendisini yansıtmaya başlamadıkça kalıcı da olamayacaklardır.
Kemal Sunal’a geri dönecek olursak; kendi ağzından komediye yönelişini şu sözlerle değerlendirmiş: “Nasıl oldu bilmem, ben kendimi sahici bir sahnede seyircilerin arasında buldum. Ses Tiyatrosu’ndaki ilk rolüm çok kısaydı. Üç dakika sahnede ya kalıyor ya kalmıyordum. Öyle pek bir şey söylediğimi de hatırlamıyorum. Sahnenin bir ucundan girip öbür ucundan çıkıyordum. Ne yaptığımı da pek hatırlamıyorum, ama seyirci kahkahadan kırılıyor. Bu da benim hoşuma gitmişti. Bildiğiniz gibi o gün bugündür insanları güldürmeyi seviyorum. Kim sadece üç dakikada seyircileri gülme krizine sokmayı başarabilir ki? Onu bize sevdiren bizi yansıtmasıydı.
Bugünün oyuncularının da ondan feyz alması dileğiyle…
İlknur Burcu KESER