On üç yaşında bir çocuğun, daha o yaşta ‘’Tilki’’ lakabını alması belki yaşadığı çevrede onun için saygınlık ifadesi olabilirdi, fakat küçük yaşta suçta profesyonelleşmek, kurnazlığı masum insanların vicdanını okşarken gizlice mallarını yürütürken kullanmak saygınlığın da göreceli bir kavram olduğunu gösteriyordu. Bu da hayatın ‘’Tutturabildiğiniz yoldan gidin’’ demesiydi aslında insanlara. Evet canı yanan insanlar ona ‘’piç kurusu, hırsız, şerefsiz…’’ gibi ithamlarda bulunarak içindeki öfkeyi döküyorlardı fakat Ahmet işte kaderi bu, kurnazlığını kullanarak yaşamaya çalışıyordu, böyle yetiştirilmişti.
Yine her zamanki senaryosunu uygulamak için evden çıktı Ahmet. Yerdeki tükürüğün bile birkaç saatte buz tuttuğu bu soğuk akşamda üstünde mavi kapüşonlu bir hırka, altında siyah kadife bir pantolon, neredeyse yüzünü kaplayan koyu kahverengi atkı ve yeşil, yırtık spor ayakkabılarıyla yürüyordu zengin insanların akıp gittiği caddeye doğru.
Ara sokaklardan caddeye çıkınca kendine uygun yer kolladı. Kaldırımın en dar yerini seçti ki böylece insanlar neredeyse onun üzerinden atlayacaklardı yürürlerken, bu da Ahmet’e daha acınası bir hava katacaktı şüphesiz. Yere oturdu, bacaklarını kendine doğru çekti ve başını dizlerinin arasına sokarak titremeye başladı. Aslında bu titreme o kadar da yapmacık değildi, hava gerçekten çok soğuktu fakat Ahmet titremesine iniltiler yükleyip yoldan geçen insanların vicdanları üzerinde daha etkili olmaya çalışıyordu. Paranın verdiği huzurla kahkahalar atarak, kimi sarhoş kimi ayık onlarca insan geçiyordu önünden.’’ Sizinkinin adı da hayat benimkinin de ulan!’’ diye bir isyan cümlesi geçti içinden. Burjuva insanlara duyduğu öfkenin tavan yaptığı bu anda; zayıf, çelimsiz kıvırcık saçlı 20li yaşlarda bir kızın kendisine uzun uzun baktığını fark etti. Zamanlama çok güzeldi. Ahmet’in öfkesinin kabardığı bir anda avıyla iletişime geçmek, Ahmet’teki korku ve pişmanlık duygusunu söndürmüş, yerine intikam örtüsünü çekmişti. Kız yavaş yavaş Ahmet’e yaklaşırken bir yandan da elindeki eldivenleri çıkarıyordu. Ahmet’e eldivenleri uzattı;’’ Küçük bu soğukta ne işin var sokakta, hem de bu halde. Al şu eldivenleri.’’ Ahmet titreyerek kafasını kaldırdı;’’ Saol abla, bir çorba parası verir misin, çok açım.’’ Kız hiç düşünmeden elini çantasına attı, cüzdanını çıkardı. Cüzdanın şatafatından içinin ne kadar dolu olduğunu anlamıştı Ahmet. Genç kız cüzdanından 10 TL çıkartıp Ahmet’e uzattı. Uzatırken cüzdanı tutan eline odaklanmadığı için gevşek bir şekilde tutuyordu cüzdanı. Bir anda kızın dalgınlığından faydalanan Ahmet cüzdanı aldığı gibi koşmaya başladı, hemen ilerideki köşeye odaklandı az kalmıştı oradan ara sokağa girince onu kimse bulamazdı. Soğuk rüzgarı yırtarak koşmaya devam etti, ayağındaki eski ayakkabılar kar suyuyla doldu, ama üşümüyordu. Bu akşam da eve boş dönmüyor olmanın sevinciyle ısınıyordu.
Genç kız öylece durdu, sadece baktı koşarak uzaklaşan Ahmet’in arkasından. Genç kızın yaşadığı duygu üzüntüydü fakat üzüntüsünün sebebini kestiremiyordu; çalınan cüzdanına mı yoksa ufak bir çocuğun masumiyetinin altında beslenen gizli canavara mı üzülüyordu?
Ahmet nefes nefese kalmıştı, biraz ilerde sokak lambasının altında fötr şapkalı, siyah paltolu bir adamın ona doğru baktığını fark etti. Ahmet adamı görünce koşarken yüzünden kayan atkısını tekrar yüzüne doğru kaldırdı ve adamın dikkatini çekmemek için koşmayı bırakarak yavaş adımlarla yürümeye başladı. Refleksleriyle çatışıyordu şuanda Ahmet, belki de arkasından onu kovalayan polisler vardı ve yavaşladığı için onlara yakalanacaktı ya da koşmaya devam etseydi o lambanın altında bekleyen adam durumdan şüphelenip onu kenara çekecekti. Ne yapması gerektiğini kestiremedi o an, yavaş yavaş adama yaklaşıyordu. Yaklaştıkça kalbinin atışını duymaya başladı. Ahmet, adamla göz göze gelmekten korktuğu için başını önüne eğerek yürüyordu. Tam adamın önüne geldiğinde o gevrek sesle irkildi, ‘’Yaptığını gördüm!’’ dedi adam. Ahmet bir an bulunduğu yere çakıldı artık düşünemiyordu, kaslarının gerildiğini hissediyordu öylece durdu. O yaşta bir çocuk en fazla, annesinin çok sevdiği bir süs eşyasını kırdığında yakalanmaktan korkmalıydı, yaptığı hırsızlığın getirdiği o korku ne kadar da eğreti duruyordu o küçük bedende. Ahmet’i kolundan tuttu adam ‘’Çocuk sana bir şey yapamam ama ileride gerçekten pişman olacaksın bunu bil yeter’’ dedi ve öylece Ahmet’in gözünün içine baktı. Hiç yabancı değildi bu gözler, kendi çocukluğunu hatırladı biranda adam. Ahmet’e yüzünü açmasını söyleyecekti ama birden içi ürperdi, bu nedensiz ürperişin sebebini anlayamadı fötrlü adam. ‘’Adın ne’’ diyebildi sadece. Ahmet cevap vermesi gerektiğini fark etmedi bile, imkanı olsa nefes bile almadan duracaktı adamın karşısında. Bir ‘’hey!’’ dedi adam, Ahmet’i daldığı yerden çıkarmak için.’’ Ahmet’’ diyebildi zorla Tilki Ahmet. Bir şok daha yaşamışçasına gözlerini büyüterek baktı adam Ahmet’in suratına. ‘’Yüzünü açsana’’ dedi ürkek bir sesle. Ne oluyordu da bu adam bu kadar korkmuştu? Ahmet yavaşça indirdi atkısını, karşısındaki adama itaat etmenin kendisine fayda sağlayacağını düşündü belki de. Fötr şapkalı adam az önce Ahmet’in yaşadığı korkuyu yaşıyordu. Karşısında 20 yıl önceki hali duruyordu, çocukluğuyla konuşuyordu İstanbul’un karanlık sokaklarından bir tanesinde eskilerin Tilki Ahmet’i…!