“Altı buçuk kalabalığındaki insanlar ona göre dişili erkekli hep birbirinin benzeri. Bir ayrılıkları yok. Kapılardan girenlere o mu değil mi diye bakıyor. Kadınları gömüyor. İçinde bir umut var. Oturmaktan beli ağrımış, bir o kapıya bakıyor, bir ötekine. Beklediği gelmiyor. Günlerdir bekliyormuş gibi geliyor ona. Kızıyor. Oysa film kalkıncaya dek her gün bekleyeceğini sanmıştı. “Yapamam, canı cehenneme. Hem göreceğim de inanacak mı bana?” Bu kesin yargıyla biraz açıldı. Yine de üzgün; ama tatlımsı bir üzüntü bu, kahredici değil, yerleşik. Kalktı. Artık gelmeyeceğini biliyordu. “Kim bilir nerde içiyordur.”
“Aylak Adam”
….
Açtım sade ve dokunulmamış kapağını, başladım okumaya.. Bir yandan kulak misafiriyim yan masaya. Hükümet diyor, diktatör diyor. İnsanımız kara cahil diyor. İçimden “haklısın” diyorum, bir kaç konu açıyorum konuşuyoruz yan masayla aklımın bir köşesinde. Bir yandan kitap sürüklüyor beni , bir yandan da afiye özentisi kafamın içindeki “olasılık” dosyaları. Kaç parçaya bölünmüş yaşıyorum günümü, kendimi, beynimi inanın sayamam. Saymaya kalksam sıkılıp ölürsünüz, ben nasıl ölmüyorum onu da bilmiyorum.
Okuduğum kitabın hem kadın, hem de erkek karakterine benzediğimi fark ediyorum bir an. Nasıl da mutlu ediyor beni doğru bir kitabın elimde oluşu. Sadece o an. Sonra kayıp gidiyor. Hayatında doğru zannettiğin insanlarla doğru zannettiğin zamanları harmanlayıp, sana bir “düşüş” grafiğini çizdiriyor hayalinde. O kadar hızlı ki midemi bulandırıyor. Bak yine mutsuzum işte. Yine beceremedim mutlu olmayı,en keyif aldığım şeyi yaparken bile. Nasıl uyanmıştım güne, ne hayal etmiştim delicesine. Ne hevesti o öyle. Solup gittiler…
Kitap okumak güzel şey vesselam. lakin yeniden aşık olur muyum dersiniz efendim? Açar mıyım çiçeklerimi yağmurda, çamurda bile ?