‘İs’ kokusunu çekerek büyüyen çocuklar yalanı beceremez; bu yüzden mutlu olamazlar! Sadece ‘İz’ bırakırlar.
İs çekerken büyüdüğümüz dönemler de yani:
Küçükken annem tiyatroya gönderdiğinde üstümü çok güzel giyindirir öyle gönderirdi. Çok güzel dediysek bayramlıkları giyer giderdik. Babamız işçi, abimiz öğrenci, annemiz ev hanımı… Ulus dolmuş durakları hareket noktamız… Tabii önündeki beşinci sınıf köfteciyi de unutmamak lazım. Kokar buram buram. Küçük Tiyatro’ da başladı bizim büyük hikayemiz. Oralarda sevdim izlemeyi, seyretmeyi, gözlemlemeyi…
Tiyatroda her zaman gülünmeyeceğini de orada öğrendim.
Bugünkü oyun gibi… Stephen King’ in ‘Dolores’ i…
Romandan uyarlama…
Olay Amerika’da geçiyor. Gerilim…
Her şey iyi, hoş, güzel de… Seyirci verilmek istenen mesajı alabildi mi? Ayakta alkışladılar oyuncuları ama kavradıkları neydi?
Kapalı gişe oynanan oyuna sırf cuma akşamları değerlensin diye mi katlandılar ?
Ya da “Yaşlı kadını bir yerden tanıyorum ben, hemen gidip Google’dan bakmalıyız hangi dizilerde oynamış?” diye koşan genç kızlar?
Kızına haber oyunu veren yaşlı teyzelerin sonrasındaki horlama sesleri?
Cep telefonuyla uğraşan, tayt giyen kızlar?
Yeni tanıştığı kızla samimi olma çabalarındaki erkekler?
Yeni evli çiftler?
“Neden karanlık?” diyen çocuklar.
Tiyatro zorunlu ders olmalı. Hep kandırılmaktan şikayetçi olan bir toplumuz.
Kimin iyi oynadığına karar veremiyoruz.
Yeterince idmanlı değiliz oynayanlara.
Sıkışıyoruz köşeye.
Daralıyoruz alacakaranlıkta.
Alaca kısmı gidince, saklanınca gerçekler karanlıkta, hemen söyleniyoruz.
Neden karanlık? Tıpkı o çocuk gibi… Aslında büyütüyor karanlık.
Not: Fotoğraftaki çocuk kadar mutlu değilim şimdileri, evin küçüğü olmak zor…