Kendimizi şanslı hissettiğimiz günler vardır ya… Her şeyin yolunda gittiği, kuşların kanatlarını özgürce açtığı, yürüyüşlerimizin melodilere dönüştüğü, duygularımızın bedenimize tam geldiği… Hepsi bir anda nasıl yok oluverir dersin? Heyecanın kırılması kadar somut bir duygu tatmamıştım dersin o an. Lokmaların kursağımızda kalması gibidir bazen. Ya öksürüp dışarı atarsın ya da bir bardak soğuk suyla hazmetmeye çalışırsın. Hangisi daha iyi henüz anlayabilmiş değilim.
Atsan bir türlü yutsan bir türlü bazı konular. “Zamana bırakma” diye bir kavram uydurmuşuz böyle anlara. Bedenimize uysun diye uğraşıyoruz. Dar geliyor bu kavram bana dar geliyor. Zamanıma uymuyor, ruhuma dar geliyor. Eşleyemiyorum bir türlü hevesi kırılmış yarım kalmış heyecanlarımı. Dizginleyemiyorum içimde kopan fırtınaları. Boyun eğmek istemiyorum haksızlıklara, tek taraflı bakış açılarına, empatiden yoksun insanlarla aynı havayı solumak zor geliyor.
“Değişim” insanlar için çok yönlü olmalı. Gregor Samsa’nın dönüşümü gibi olmalı belki de. Anlayabilmeli insan elindekinin kıymetini. Tabii kaybedince neye yarar bu değer. Azalmaz mı her kayıpta? Baştan anlamalı o zaman. Bilincinde olmalı her şeyin. Açık oynamalı kartları. Sözcükler ardına saklanmamalı. İçimizdeki incileri erişilmez diplere sürüklememeli. Sunmalı, en güzellerini… Hak edenin avuçlarında değerlerini bulmalı…
Belki de makus kaderimiz bir “la minör” ile değişmiştir. (Bkz. Angie ) Kayıp bir şarkının ilk melodilerindeki heyecan kadar huzur ve umutla yoğrulmuşuzdur bir zamanlar. Masumiyet dediğimiz şey kaybolmamıştır belki de. Sırtımızı çevirdiğimiz yönde olsa gerek! Çıkarmaya cesaret edemediğimiz bir yerde… Eskimeye yüz tutmuş o kelimelerin girdabında kaybolmuştur belki de… Ya da “hiç”lik denizinin dibini boylamıştır da çoktan haberimiz bile olmamıştır.
Velhasıl hep başkalarında olan “şans” dediğimiz şey, bir gün kadar yakındır ya da sönmüş bir yıldızın parıltısı kadar uzak….
La minör ile başlayan şarkının bana getirdiği şans kadar parmaklarımın ucundadır hayat. Yeter ki dar gelmesin zaman!
Aylin ALAGÖZ/ Aralık 2013