Küllerinden doğan aşkın izini taşırken yüreğinde, kendi nefsinin tutsağı olacağını bilebilir miydi? Nefsine sözü geçse, zihnini frenleyebilir miydi?
Ardı ardına gelen duygu seline kapılması an meselesi iken, zapt etse kendini, bedenini, aklını; yüreğine pranga vurabilir miydi?
Mesele yürek işi, izi
Mesele söz, duvar, kişi…
O kişi, dağı delen Ferhat mı?
O kişi, Kerem mi bilmem.
Derinlerden, bilinmezden sızıp gelen elem
Kor ateşe düşmüş,için için yanan yürekten
Bir haykırış yükselir, duyan olmaz, ne gelir elden?
Diye düşünürken, kahvenin taşmasıyla kendine geldi Meyra. Tam o sırada telefon çaldı. Hay aksi! Bir de kapı çalmasın mı!
Hangisine yetişeceğini bilemedi birden. Ocağı söndürdü.
“Kapıdaki bekleyemez” diye düşündü. Bu arada telefonu da kaptı. Kulağında ahize, gözü kapı deliğinde. Telefondaki ses;
“Meyra! Meyra! Orda mısın?”diye seslenirken, telefonun elinden kayıp zemine düşmesine aldırış etmedi, edemedi Meyra. Kapının arkasında gördüğü o siluet evet o siluet karşısında, iki yıl önceki ebleh haline dönüvermişti birden. Düşünemiyordu. Yere çöktü. Başını ellerinin arasına aldı. O birkaç dakikada öyle çok resim geçti ki zihninden. Ayağa kalktı. Eli kapı koluna gitti. Kalp atışlarını duyacak diye de korktu, kendini Selen için terkeden Tonguç. Hemen dibindeydi.
Gözün arayıp sorduğu, dilin tutulduğu o an kararını verdi. Onu tekrar görmesi yetmişti.
“Tonguç”diye iç çekti.
O kapı a….çı…..la……caktı.