Bu satırlarda Nietzsche’nin dünyanın kültürel mirasına olan katkısından uzun uzun söz edilmesinin pek anlamlı bir tavır olmayacağı düşüncesindeyiz.. Ancak bu büyük düşünürün, felsefesi ile çağımızı en çok etkileyen filozoflardan birisi olduğunun altını çizerek, O’nun büyük eseri “Böyle Buyurdu Zerdüşt”a sözü getirmek istiyoruz. Turhan Oflazoğlu’nun çevirisi ile Türk diline kazandırılan bu başyapıt, aşağıda yer alacak derleme denemesinde, sık sık başvurduğumuz bir temel kaynak olacaktır.
Sizlere sınırsız gönül enginliği diler; ufkunuza, zihninize ve benliğinize kolaylıklar dileriz:
ÖNSÖZ
Kendisine, Tehlikeli “Belki”nin Filozofu diyen Nietzsche’riin dünyasına (ya da felsefesine) Deli adını taşıyan bir yazı parçasından girmek, sanıyoruz iyi bir başlangıç ve doğru bir adım olacaktır.
Sözünü ettiğimiz masalsı yazıda Nietzsche şöyle anlatıyor:
“O deliyi duymadınız mı?
Sabahleyin tanla yatağından kalkıp pazar yerine koşan Deli şöyle bağırır:
– Tanrıyı arıyorum! Tanrıyı arıyorum!,.
Bir gülüşmedir kopar pazaryerinde. Kalabalıktan birisi:
– Ne, aklını mı yitirmiş bu adam?
– Çocuk gibi, yolunu mu yitirmiş? Diye sorar bir başkası.
Kalabalık bu düzen üzre bağrışır… Gülüşürler insanlar.
Ancak Deli ansızın ortalarına dalar ve onları bakışlarıyla deler:
– Nerde mi Tanrı? Diye bağırır.
Söyleyeyim:
– ÖLDÜRDÜK ONU! Sen, ben. Hepimiz onun katilleriyiz. Peki nasıl yaptık bunu? Nasıl yutabildik denizi? Bütün çevreyi silmek için süngeri kim verdi bize? Yeryuvarlağını güneşten boşlamakla, ne yapmış olduk? Şimdi güneş nereye gidiyor? Biz nereye gidiyoruz şimdi? Bütün güneşlerden uzaklaşmıyor muyuz? Geriye doğru, yana, ileriye doğru, bütün yönlere doğru, dalmıyor muyuz? Aşağı diye, yukarı diye bir şey kaldı mı? Sonsuz bir yokluk içindeymiş gibi yoldan sapmıyor muyuz? Soluğunu duymuyor muyuz boş uzayın? Ve şimdi daha da soğumuş değil mi uzay? Gece üstüne gece değil mi yaklaşan? Tanrı’yı gömen mezarcıların gürültüsünü hiç mi duymuyorsunuz? Tanrı’nın çürümesinden yayılan kokuyu burnunuz almıyor mu? Tanrılar dahi çürürler. Tanrı öldü! Hem de onu biz öldürdük. Şimdi biz, katiller katili olan biz, nasıl avutalım kendimizi? Kim silecek bu kanı üzerimizden? Bizi arıtacak bir su var mı Dünyada?.. Nice kutsal oyunlar bulmamız gerek bunun için? Bu işin büyüklüğü, bize göre çok büyük değil mi?.. Her kim ki, bizden sonra doğacaktır; o kişi, bütün tarihten daha yüksek bir tarihin parçası olacaktır.
Deli bu noktada susar.
Kendisini dinleyenlere bakar.
Onlar da sumakta ve şaşkınlık içinde O’na bakmaktadırlar.
Derken (deli) elindeki fenerini yere çalar; fener kırılır ve söner.
– Çok erken geldim, der sonra Deli.
– Benim vaktim daha gelmedi: Şimdilik bu büyük “olay”… daha erişmedi kulaklarına kişi-oğullarının. Şimşek ve yıldırım zaman ister. Zaman ister işler yapıldıktan sonra bile, görülmeden ve işitilmeden önce.
O gün Deli birçok kiliseye girip, çıkar ve Tanrı’ya “SONRASIZ AĞIT”ını okur…
Dışarı çıkartılıp sorguya çekildiğinde ise, hep şöyle karşılık verdiği söylenir:
– Tanrı’nın mezarlarından, türbelerinden başka nedir ki bu kiliseler?
Nietzsche’ye göre durum işte budur.
Tanrı, insanın içinde ölmüştür, insan kendi eliyle öldürmüştür onu. İnsan, Tanrı’nın ölümüyle açılan boşluğa yuvarlanmış ve en büyük tehlikeyle, yok olmakla karşı karşıya kalmıştır.
Fakat bu en büyük tehlike, onun en büyük olanağıdır.
İnsan ne yapıp edip, bu boşluğu kendi varlığı ile, kendini alt-ederek, doldurmalıdır…
Ancak böyle değer kazanacaktır, Tanrı’yı öldürmüş olması!
İnsan eksik, tamamlanmamış bir varlıktır.
Açıktır her şeye: Gerisin geri de gidebilir, sağa sola da sapabilir, yukarılara da yükselebilir.
Öyleyse insanın yönünü, ereğini belirlemek gereklidir.
– Hayat, hep kendini alt-edendir.
Hayata ayak uydurmaktan, hayatla yöndeş olmaktan başka yol yoktur.
İnsan eksiktir, ama bu eksiği kendisi giderecektir; buna mecburdur ve kurtuluşunu kendisi yaratmak zorundadır.
Şimdiye dek kendi dışında sanarak yücelttiği varlıkların bütün görkemi ve güzelliği onun olacaktır!
Ancak insan, kendi içinde kalarak gerçekleştiremez bunu… İnsan’ın önüne, O’nun varlığının yöneleceği, erek bileceği bir örnek (bir hedef) koymak gerekir: (işte) örnek, bu hedef ve erek, üst-insan‘dır!
İnsan, var gücünü seferber ederek bu örneğe (bu hedefe) doğru ulaşmaya ve hep kendini aşmaya çalışmalıdır.
İnsanın erek olarak hiç bir büyüklüğü yoktur. Çünkü o ancak, bir köprü olarak (ve bu anlamda) değerlidir!..
İnsan, üst-insan’a götüren bir köprüdür!..
Üst-insan, yalnız insanın değil, bütün yer yuvarlağının da anlamıdır.
Yeryüzünde var olan her şey, , Üst-insan’ın yaratılmasına katıldığı ölçüde “haklı’ çıkarabilir varlığını…
Üst-insan’dan yoksun insan, kargaşadan, yıldız doğurmamış bir karanlıktan başka bir şey değildir!
Zaman gelmiştir… Zil çalmaktadır: İnsan, bir an önce, kargaşasını, kendine anlam veren bir düzene çeviremez ise, yıldız doğurtamaz ise, kendi karanlığının kör kuyuları içinde yok olacaktır; kendi kendisini yok edecektir!
Nietzsche olağanüstü çok yönlü, birçok çelişmeyi aynı anda içinde barındıran ve bu zıtlıkların verdiği enerji ile yüklü bir düşünürdür.
Bu sözünü ettiğimiz çelişmeler, onun kurduğu “yapı”da zayıflık belirtileri değil; tam aksine, bir ruhsal yetkinlik ve zenginliğin göstergeleridir. Bu yapıyı ayakta tutan ve sürekli olarak yenileyen güç kaynaklarıdır.
Ancak Nietzsche’ye yaklaşmak, onun etki alanına girmek, bazı tehlikeli sonuçlar da doğurabilir. Çünkü Nietzsche insanlardan kendilerini aşmalarını, tüm önyargılarını yeni baştan gözden geçirmelerini ve kendilerini yeni baştan yaratmalarını istemektedir. Hem de hemen, şimdi!.. Ve bu işi bir fantezi biçiminde ele alarak değil;; yaşamın en önemli meşgalesi olarak ve ciddi biçimde gerçekleştirmelerini talep etmektedir.
Her şeyden önce onun düşünce temposuna, ard-arda çakan simgelerin akışına ayak uydurabilmek, bu simgelerin gerisinde, ya da derinliğinde yer alan anlamlara ulaşabilmek gerekmektedir.
Eşsiz bir açıklıkla kavradığı en soyut düşünceler dahi, onda duygulara, tutkulara dönüşür. Yaşayan nesneler kılığına girerler.
Nietzsche yeter ki, insanlarda yoğun ve özgün bir duyarlılıkla karşılaşsın; aktarıverir o insana düşüncelerinin titreşimlerini… İstemini uyarır O’nun ve yön verir O’na… Hemen, şimdi!
Tartışan, usa-vuran bir düşünce biçimi değildir bu… Gür görüntülerle donanmış düşüncelerin aydınlığın ortasında, (adeta) horan tepmesidir.
Yeter ki, yeni bir yaşamayı ve Dünya’yı evetleyen ve coşku ile, “bir daha! bir daha!” diyen bir yaşamaya koşsun O kişi…
Dolu-dizgin yaşasın, varlığının sınırlarına dek yaşasın… Ve bittiği yerde (de) kendisini alt-ederek, Üst-insan’ı gerçekleştirsin!..
Bu yola gönlünü çeviren insana, gücünün yettiğince yardım elini uzatmak ister…
Hıristiyanlığı, hayatı baltalayan, insanın boyutlarım küçülten bir yaşam yolu sayar.
– Hıristiyanlık, hayatın en korkulası hastalığıdır, der.
Yaşamın hızını kesen, yükselişini engelleyen her şeye, hayır!
Yaşamayı hızlandıran, yükselten her şeye, evet!
Hatta bir aldanış, yaşamanın gelişmesine yardımcı mı oluyor?.. O’na da evet!
Kötü sayılan şeyler, örneğin sertlik, amansızlık, kavgacılık, kişinin canlılığını mı artırıyor?.. Onlara da evet!..
Ancak bu noktada, Schopenhauer;
– Ama, diyecektir; daha çok yaşama, daha çok acı demektir; yaşadığınca çekeceksin.
– İyi ya! diye karşılık verecektir Nietzsche de; en yüce dağlar, en derin denizlerden çıkmıştır; en derin sevinçler de, en derin acılardan doğar!..
Ona göre, insanın en temel başarısı ahlak değil, sanattır!
Eski Yunalılar;
– Acı, ancak sanat yordamıyla sevince çevrilebilir, derler diyor Nietzsche ve devam ediyor;
– Kişi, acıyı nesnel bir kalıba döküp, dışarı çıkartarak, acıyla kendisi arasına bir uzaklık koymuş olur. Bu uzaklık insana, kendi acısını seyretmesini ve ona egemen olmasını sağlar. Tragedyalardan alınan tadı düşünün bir yol… ne demek istediğimi anlarsınız.
+ + +
İşte böyle…
Bu büyük düşünce (duygu ve tutku ) adamını bizlere hocamız sayın Turan Oflazoğlu tanıştırdı. O sevdirdi. O öğretti.
Biz de kendisinden aldığımız manevi izne yaslanarak bu satırları sitemize katıyoruz.
Amacımız, gayemiz ve hedefimiz, bu koca insan abidesinin sevilmesinden elde edeceğimiz “sevinç”ten ibarettir.
Ve sonuç olarak, büyük düşünür Nietzsche’nin Böyle buyurdu Zerdüşt, adlı kitabından yaptığımız derlemeleri satırlarımıza aktarmaya başlıyoruz:
I
ZERDÜŞT’ÜN ÖN-DEYİŞİ
Zerdüşt otuz yaşında yurdunu ve yurdunun gölünü bırakıp dağlara çıktı.
Orada ruhunun ve yalnızlığının tadını çıkarttı. Ve on yıl bundan bıkmadı. Ama en sonunda gönlünde değişmeler oldu. Ve bir sabah tanın ağarmasıyla kalktı, güneşin karşısına geçti ve ona şöyle dedi:
– Ey büyük yıldız! Aydınlattıkların olmasaydı nice olurdu senin mutluluğun!.. On yıldır mağaramın üstünde yükselir durursun: Işığından ve yolculuğundan bıkardın ben olmasaydım, kartalım ve yılanım olmasaydı!
Ama biz seni her sabah bekledik, senden fazlalığını aldık ve kutsadık seni bunun için.
Bak! Pek çok bal toplamış bir an gibi, bilgeliğimden usandım; onu almaya uzanacak eller gerek bana.
İnsanlar arasında bilgeler delilikleriyle, yoksullar da zenginlikleriyle bir daha sevininceye dek, vermek dağıtmak isterim.
Derinliklere inmeliyim işte bunun için: Tıpkı senin akşamları denizin ardına inişin ve alt-dünya’ya ışık iletişin gibi, ey taşın yıldız!
Aralarına inmek istediğim insanların dediği gibi, batmalıyım, sencileyin!..
Kutsa beni öyleyse, en büyük mutluluğa bile kıskanmadan bakan ey durgun göz!
Taşmaya durmuş kadehi kutsa da altın aksın su ve dört bucağa götürsün parıltısını sevincinin!
Bak! Bu kadeh yine boşalmak ister ve Zerdüşt yine insan olmak ister..
– Böyle başladı Zerdüşt’ün batışı…
– 1 –
Zerdüşt dağdan yalnız indi ve kimseyle karşılaşmadı.
Ama ormana girdiğinde, kulübesinden ormanda kök aramaya çıkmış yaşlı bir adam belirdi birden önünde. Ve şöyle dedi yaşlı adam Zerdüşt’e:
– Yabancı değil bana bu gezgin kişi, yıllar önce geçmişti buradan. Adı Zerdüşt’tü. Ama değişmiş. O gün külünü dağlara götürüyordun. Bugün de ateşini vadilere mi götüreceksin? Kundakçılığın cezasından korkmuyor musun?
Evet. Zerdüşt’ü tanıdım. Dupduru gözleri ve ağzında tiksinti hiç yer etmemiş. Oynar gibi değil mi yürümesi? Değişmiş Zerdüşt; çocuk olmuş Zerdüşt. Uyanmış biri Zerdüşt. Uyuyanlar arasında neyleyeceksin?
Sanki denizde yaşardın yalnızlığında ve deniz seni taşırdı. Yazık, kıyıya mı çıkmak istiyorsun? Yazık, gövdeni yine kendin mi sürüklemek istiyorsun?
Zerdüşt cevap verdi:
– İnsanları seviyorum
– Neden?
…diye sordu ermiş ve devam etti:
– İnsanları çok sevdiğim için ormanın ıssızlığına çekildim ben. Ancak, Tanrı’yı seviyorum şimdi. İnsanları sevmiyorum. İnsan, fazla eksik bir şey bence.
Zerdüşt cevap verdi:
– Sevgi de ne söz! Ben insanlara armağan götürüyorum.
– Onlara bir şey verme, dedi ermiş. Onlardan al, daha iyi… Ve onlarla birlikte taşı. Bu onların daha çok hoşlarına gider: Yeter ki, senin de hoşuna gitsin!
Ve onlara vermek istersen, sadakadan fazlasını verme. Onu da dilensinler senden.
– Hayır, diye cevap verdi Zerdüşt; Ben sadaka vermem. Yoksul değilim o kadar.
Ermiş Zerdüşt’e güldü ve şöyle dedi:
– Öyleyse, hazinelerini onlara kabul ettirmeye bak! Onlar yalnızlardan kuşkulanırlar. Ve bizim armağanlarla geldiğimize inanmazlar.
Adımlarımız sokaklarında pek ıssız çınlar. Ve gece yataklarındayken, güneş doğmadan çok önce birinin geçtiğini işitseler, kendi kendilerine soracaklardır; “Nereye gider bu hırsız?..”
Ve devam etti ermişin konuşması:
– Gitme insanlara, ormanda kal!.. Hayvanlara git daha iyi! Neden benim gibi olmak istemiyorsun, ayılar arasında ayı, kuşlar arasında kuş?
– Peki, ormanda ne yapıyor ermiş?” diye sordu Zerdüşt.
Ermiş cevap verdi:
– Türküler düzüp söylüyorum ve bu türküleri düzerken gülüyor, ağlıyor, mırıldanıyorum. Böyle övüyorum Tanrı’yı…
Türkü söyleyerek, ağlayarak, gülerek, mırıldanarak övüyorum benim Tanrı’m olan Tanrı’yı. Peki, sen armağan olarak bizlere ne getiriyorsun?”
Zerdüşt bu sözleri işitince, ermişe iyi dileklerde bulundu ve ondan ayrılırken dedi ki;
– Ne vereyim ben sizlere?.. Elimi çabuk tutup, hemen gideyim de, bir şey almayayım sizlerden!..
Ve ayrıldılar böylece, yaşlı adamla Zerdüşt, iki çocuk gibi gülüşerek…
Ama Zerdüşt yalnız kalınca, şöyle dedi gönlüne:
– Nasıl olur?.. Bu yaşlı ermiş, Tanrı’nın öldüğünü daha işitmemiş ormanında…
Not: Nietzsche’nin (özellikle) “BÖYLE BUYURDU ZERDÜŞT” adlı kitabından yapılacak alıntılarla sürdüreceğimiz, “deneme“mizin yayınını gelecek sayılarımızda sürdüreceğiz. Amacımız, bu yazı dizisinin sonunda okuyucularımızın elinde Nietzsche hakkında derli-toplu’ya yakın bir çalışma bulunabilmesi.
Nietzsche’ye 2007 Türkiyesi’nden Bakmak – Erdem Kürsüleri Üzerine – (SAYI 3) Bu satırlarda Nietzsche’nin dünyanın kültürel mirasına olan katkısından uzun uzun söz edilmesinin pek anlamlı bir tavır olmayacağı düşüncesindeyiz.. Ancak bu büyük düşünürün, felsefesi ile çağımızı en çok etkileyen filozoflardan birisi olduğunun altını çizerek, O’nun büyük eseri “Böyle Buyurdu Zerdüşt“a sözü getirmek istiyoruz. Turhan Oflazoğlu’nun çevirisi ile Türk diline kazandırılan bu başyapıt, aşağıda yer alacak derleme denemesinde, sık sık başvurduğumuz bir temel kaynak olacaktır. Bu büyük düşünce (duygu ve tutku ) adamını bizlere hocamız sayın Turan Oflazoğlu tanıttı. O sevdirdi. O öğretti.
Biz de kendisinden aldığımız manevi izne yaslanarak bu satırları sitemize katıyoruz.
Amacımız, gayemiz ve hedefimiz, bu ulu insan abidesinin sevilmesinden elde edeceğimiz “sevinç”ten ibarettir. Sizlere sınırsız gönül enginliği diler; ufkunuza, zihninize ve benliğinize kolaylıklar dileriz
ERDEM KÜRSÜLERİ ÜZERİNE
Uyku ve erdem üstüne pek güzel konuşan bir bilgeyi övdüler Zerdüşt’e: kendisi bu yüzden çok saygı görür, el üstünde tutulurmuş, bütün gençler de kürsüsünün önünde otururlarmış. Ona gitti Zerdüşt ve bütün gençlerle birlikte, kürsüsünün önüne oturdu. Ve şöyle buyurdu bilge:
Saygı ve utanç duymalı uykunun karşısında! İşin başı budur! Ve kötü uyuyanların ve geceleri uyanık duranların yolundan çekilin!
Hırsız dahi utanç duyar uykunun karşısında: hep geceleyin sessizce çalar. Utanmaz ama gece bekçisi, utanmadan taşır düdüğünü
Öyle kolay bir sanat değildir uyumak: onun uğruna bütün gün uyanık durmak gerekir.
Günde on kez altetmelisin kendini: bu iyi bir yorgunluk verir ve canın afyonudur.
On kez yine barışmalısın kendinle: çünkü altetme acıdır ve kötü uyur barışmayan
On gerçek bulmalısın günde, yoksa gece de ararsın gerçeği ve canın aç kalır.
On kez gülmelisin günde ve sevinmelisin: yoksa miden, o dert babası, gece seni tedirgin eder.
Bunu bilen azdır: iyi uyumak için kişide bütün erdemlerin bulunması gerekir. Yalan yere tanıklık mı edeceğim? Zina mı edeceğim?
Komşumun hizmetçisine göz mü dikeceğim? Bütün bunlar uykuya iyi gelmez.
Ve kişide bütün erdemler ola bile, bilinmesi gereken bir şey daha vardır: erdemlerin kendilerini de tam vaktinde uykuya yollamak.
Birbirleriyle çekişmesinler diye bu hanım hanımcık dişiler! Senin yüzünden ey mutsuz kişi!
Tanrıyla ve komşuyla barış: bunu ister iyi uyku. Ve komşunun şeytanıyla dahi barış! Yoksa geceleri tebelleş olur sana.
Yetkililere saygı ve boyun eğiş, çarpık yetkililere dahi! Böyle ister iyi uyku. Çarpık bacaklar üstünde yürümek istiyorsa güç, benim elimden ne gelir?
Her kim koyununu en yeşil otlağa götürürse, ben ona her zaman en iyi çoban derim: bu bağdaşır iyi uykuyla.
Ne çok şerefim olsun isterim, ne de çok hazinem: bunlar safra kabartırlar. Ama iyi bir adın ve küçük bir hazinen olmazsa iyi uyunmaz.
Bence küçük bir topluluk kötü bir topluluktan yeğdir: tam vaktinde gelip gitsinler de. Bu bağdaşır iyi uykuyla.
Çok hoşuma gider ruh yoksulları da: bunlar uykuyu ilerletirler. Mutludurlar, hele kendilerine her zaman hak verilirse.
Böyle geçer erdemlilerin günü. Gece olunca uykuyu çağırmaktan sakınırım! Çağrılmak istemez o, uyku, erdemler hakanı!
Ama gündüzün ne yaptığımı ve ne düşündüğümü düşünürüm. Böyle, inek gibi sabırlı, geviş getirirken, kendime sorarım: senin on yengin nelerdi?
Ve gönlümü gönendiren on barışma ve on gerçek ve on gülüş nelerdi?
Ben bunları düşünür, kırk düşüncenin beşiğinde sallanırken, birden bastırır beni uyku, o çağrılmayan erdemler hakanı.
Uyku gözlerime vurur: onlar da ağırlaşırlar. Uyku ağzıma dokunur: o da açık kalır.
Doğrusu, yumuşak tabanlar üzere gelir bana hırsızların en sevgilisi ve düşüncelerimi çalar: şu kürsü gibi aptal, kalakalırım ben de.
Ama fazla kalmam böyle: artık yatarım.
Zerdüşt bilgenin bu dediklerini işitince için için güldü. Çünkü içine bir ışık doğmuştu. Ve şöyle dedi gönlüne:
Bence soytarının biri bu kırk düşünceli bilge: ama uyumayı iyi biliyor sanırım.
Ne mutlu bu bilgeye yakın duranlara! Böylesi uyku bulaşıcıdır, kalın bir duvardan bile geçer.
Kürsüsünde dahi büyü var. Gençlerin, bu erdem vaizinin önünde oturmaları boşuna değilmiş.
Onun bilgeliği şu: iyi uyumak için uyanık durmak. Gerçek, hayatın anlamı olmasaydı ve ben anlamsızı seçmek zorunda kalsaydım, bence de en seçilesi anlamsızlık olurdu bu.
Eskiden erden öğreticileri aranırken, en çok neyin arandığını iyice anlıyorum şimdi. İyi uykuydu aranan ve afyon erdemler, bu uyku için!
Bütün bu övülmüş kürsü bilgelerinin bilgeliği düşsüz uykuydu: onlar hayat için daha üstün bir anlam tanımazlardı.
Bugün de bu erdem vaizi gibi olanlar var, her zaman bu kadar dürüst de değiller: ama onların çağı geçti. Daha fazla ayakta kalamazlar artık: işte yatmışlar bile.
Mutludur bu uykulu kişiler: çünkü çok geçmeden dalacaklardır.
Böyle buyurdu Zerdüşt…
(DEVAM EDECEK)
Nietzsche’ye 2007 Türkiye’sinden Bakmak (4) – Çocuk ve Evlilik Üzerine – (SAYI 4)
“Nietzsche’ye 2007 Türkiye’sinden Bakmak”
İsimli DNM’mizin Devamıdır:
Bu satırlarda Nietzsche’nin dünyanın kültürel mirasına olan katkısından uzun uzun söz edilmesinin pek anlamlı bir tavır olmayacağı düşüncesindeyiz.. Ancak bu büyük düşünürün, felsefesi ile çağımızı en çok etkileyen filozoflardan birisi olduğunun altını çizerek, O’nun büyük eseri “Böyle Buyurdu Zerdüşt“a sözü getirmek istiyoruz. Turhan Oflazoğlu’nun çevirisi ile Türk diline kazandırılan bu başyapıt, aşağıda yer alacak derleme denemesinde, sık sık başvurduğumuz bir temel kaynak olacaktır.
Bu büyük düşünce (duygu ve tutku ) adamını bizlere hocamız sayın Turan Oflazoğlu tanıttı. O sevdirdi. O öğretti.
Biz de kendisinden aldığımız manevi izne yaslanarak bu satırları sitemize katıyoruz.
Amacımız, gayemiz ve hedefimiz, bu ulu insan abidesinin sevilmesinden elde edeceğimiz “sevinç”ten ibarettir. Sizlere sınırsız gönül enginliği diler; ufkunuza, zihninize ve benliğinize kolaylıklar dileriz
ÇOCUK ve EVLİLİK ÜZERİNE
Yalnız sana bir sorum var kardeşim: derinliğini anlamak için, sonda gibi salıyorum bu soruyu gönlüne.
Gençsin ve çocuk ve evlilik istersin. Ama sana sorarım: sen çocuk istemeye yeterli bir kişi misin?
Sen yenen misin, kendine boyun eğdiren misin, duygularına buyruk veren misin, erdemlerin üstüne egemen misin? Böyle sorarım sana…
Yoksa, istediğinde dile gelen hayvan mı, gereksinme mi? Yoksa yalnızlığın mı? Yoksa tedirginliğin mi?
İsterim ki, zaferin ve özgürlüğün çocuk özlesin!.. Zaferine ve kurtuluşuna canlı anıtlar dikesin.
Kendinden öte kurmalısın sen. Ama kendin kurulmalısın önce, gövde ve can dimdik!..
Yalnız ileri doğru değil, yukarı doğru da üretmelisin kendini!.. Bu işte, evlilik bahçesi yardımcın olsun senin!
Bir üstün gövde yaratmalısın sen, bir ilk devinme, bir kendiliğinden dönen tekerlek, bir yaratıcı yaratmalısın sen.
Evlilik diye ben yaratıcılarından üstün olanı yaratma istemine derim iki kişinin… Böyle bir istemi isteyenlerin birbirine duyduğu saygıya derim evlilik!..
Senin evliliğinin anlamı ve gerçeği bu olsun.
Fakat şu gereksizlerin evlilik dediğine, şu fazlaların… ah, buna ne ad vereyim?
Ah, o gönül yoksulluğu çiftteki!..
Ah, o gönül pisliği çiftteki!
Ah, o acınası rahat düşkünlüğü çiftteki!
Evlilik derler bunlara ve nikâhlarının cennette kıyıldığını söylerler.
Eksik olsun bu cenneti fazlaların!
Evet, eksik olsun, göksel ağlara takılmış şu hayvanlar!
Birleştirmediği kimseleri topallıya topallaya kutsamaya gelen o tanrı dahi benden uzak olsun!
Gülmeyin böylesi evliliklere!.. Ana babasına ağlamaya neden bulamayacak çocuk var mı?
Şu adam değerli göründü bana ve yeryüzünün anlamı için olgun… Ama karısını görünce, yeryüzü bana bir deliler eviymiş gibi geldi.
Evet, bir ermişle bir kaz çiftleşirken, yeryüzü çırpınmalar içre sarsılsın isterdim.
Şu adam bir kahraman gibi gerçeği aramaya çıktı. Sonunda eline küçük, süslü bir yalan geçti: “evliliğim”, diyor buna…
Şu adam, ilişkilerinde çekingen davranır, güç beğenirdi. Ama birdenbire derneğini temelli bozdu: “evliliğim”, diyor buna.
Şu adam, melek erdemleri olan bir hizmetçi arıyordu. Ama birdenbire bir kadının hizmetçisi oluverdi, şimdi de melek olması kaldı.
Sakıngan buldum bütün alıcıları, hepsinin de kurnaz gözleri var. Ama en kurnazları bile, karılarını torba içinde alıyorlar.
Bir sürü kısa delilikler, siz buna sevgi diyorsunuz ve evliliğiniz bu bir sürü kısa deliliklere, uzun bir budalalıkla son veriyor.
Sizin kadına sevginiz ve kadının erkeğe sevgisi… ah, keşke acı çeken ve gizlenen tanrılara acıma olsaydı bu! Ama çok kez iki hayvan birbirini buluyor.
Fakat sizin en iyi sevginiz dahi, kendinden geçmiş bir benzetme ve ağrılı bir ateştir. Sana daha yüksek yolları aydınlatacak bir meşaledir o.
Kendinizden öte seveceksiniz bir gün! Onun için önce sevmeyi öğrenin. Sevginizin acı kadehini işte bu yüzden içmek zorunda kaldınız.
En iyi sevginin kadehinde dahi acılık vardır, “Üst-İnsan“a özlemi böyle uyarır sevgi, böyle uyarır sende susuzluğu, ey yaratıcı!
Yaratıcı susuzluğu, ok ve özlem “Üst-İnsan“a… De bana kardeşim, senin evlilik istemin bu mudur?
Kutsal derim böyle bir isteme, böyle bir evliliğe.
Böyle buyurdu Zerdüşt.
NOT: Dergimizin ana sayfasında yer alan “sürekli yazılar” başlığı altında bu yazı dizimizin önceki sayılarına ulaşabilirsiniz.
Nietzsche’ye 2007 Türkiye’sinden Bakmak (5) – Okuma ve Yazma Üstüne – (SAYI 5)“Nietzsche’ye 2007 Türkiye’sinden Bakmak” isimli yazı dizimizin 5. bölümüdür. ”
Bu satırlarda Nietzsche’nin dünyanın kültürel mirasına olan katkısından uzun uzun söz edilmesinin pek anlamlı bir tavır olmayacağı düşüncesindeyiz.. Ancak bu büyük düşünürün, felsefesi ile çağımızı en çok etkileyen filozoflardan birisi olduğunun altını çizerek, O’nun büyük eseri “Böyle Buyurdu Zerdüşt“a sözü getirmek istiyoruz. Turhan Oflazoğlu’nun çevirisi ile Türk diline kazandırılan bu başyapıt, aşağıda yer alacak derleme denemesinde, sık sık başvurduğumuz bir temel kaynak olacaktır.
Bu büyük düşünce (duygu ve tutku ) adamını bizlere hocamız sayın Turan Oflazoğlu tanıttı. O sevdirdi. O öğretti.
Biz de kendisinden aldığımız manevi izne yaslanarak bu satırları sitemize katıyoruz.
Amacımız, gayemiz ve hedefimiz, bu ulu insan abidesinin sevilmesinden elde edeceğimiz “sevinç”ten ibarettir. Sizlere sınırsız gönül enginliği diler; ufkunuza, zihninize ve benliğinize kolaylıklar dileriz
Bütün yazılmış şeyler içinde yalnız, kanla yazılmış olanı severim. Kanla yaz… Göreceksin ki, kan ruhtur.
Yabancı kanı anlamak kolay değildir: aylak okurlardan nefret ederim.
Okuru tanıyan, artık başka bir şey yapmaz okur için. Bir okurlar yüzyılı daha geçsin, ruhun kendisi de kokuşacaktır.
Herkesin okuma öğrenebilmesi, zamanla, yalnız yazmayı değil, düşünmeyi de bozar.
Bir zamanlar ruh, Tanrıydı; derken insanlaştı; şimdiyse, yığınlaşıyor bile.
Kanla ve özdeyişlerle yazan, okunmak değil, ezberlenmek ister.
Dağlarda en kısa yol, doruktan doruğadır: ama uzun bacakların olmalı bunun için!.. Özdeyişler, doruklar olmalı: söz söylenen kişiler de, boylu poslu olmalı.
Hava yeğni ve duru, tehlike yakın ve ruh, sevinçli hınzırlıklarla dolu… İyi uyar bunlar birbirine.
Çevremde cinler olsun isterim, çünkü yürekliyim ben.
Hayaletleri kaçırtan yüreklilik, cinler yaratır kendine… Yüreklilik gülmek ister.
Ben artık sizin gibi duymuyorum: bu altımda gördüğüm bulut, bu güldüğüm karaltı ve ağırlık, bu sizin fırtına bulutunuzdur işte.
Siz yükselmek isteyince yukarı bakarsınız. Bense aşağı bakarım, çünkü yükselmişim.
Sizden kim aynı zamanda güler ve yükselmiş olur?
En yüce dağlara çıkan, güler bütün acıklı oyunlara ve acıklı ağırbaşlılığa.
Aldırmaz, alaycı, zorlu, böyle olalım ister bilgelik… Kadındır o… Ancak savaşçıyı sever.
Bana diyorsunuz:
- – Hayata katlanmak güçtür.
Yoksa ne işe yarardı sabahki gururunuz ve akşamki yerinmeniz?
Hayata katlanmak güçtür!.. Siz de çıtkırıldım olmayın öyle… Hepimiz bulunmaz eşekler ve kancık eşekleriz.
Üzerinde bir damla çiğ var diye titreyen gül tomurcuğuyla ortak nemiz var bizim?
Doğrudur: biz hayatı severiz… Ama yaşamaya değil, sevmeye alıştığımız için!..
Sevgide her zaman biraz çılgınlık vardır. Ama çılgınlıkta da, her zaman, biraz yöntem vardır.
Ben ki hayatı severim, bana öyle geliyor ki, mutluluğu en iyi bilenler, kelebekler ve sabun köpükleri ve insanlar arasında bunlar gibi olanlardır.
Bu yeğni, budala, ince, küçük canları çırpınır görmek, Zerdüşt’ü gözyaşlarına ve türkülere salar bu.
Ben ancak hora tepmeyi bilen bir tanrıya inanırdım.
Şeytanı gördüğümde, onu ağır, derin, somurtkan, resmî buldum: ağırlığın ruhuydu o, her şey onun yüzünden düşer.
Öfkeyle değil, gülmeyle öldürür kişi. Haydi, öldürelim ağırlığın ruhunu!
Ben yürümeyi öğrendim: o gün bugün, kendimi koştururum. Ben uçmayı öğrendim: o gün bugün, kımıldamak için itilmem gerekmez.
Yeğniyim artık, uçarım artık, kendi altımda görürüm artık kendimi.
Ve bir tanrı hora teper içimde artık…
Böyle buyurdu Zerdüşt!
Friedrich Nietzsche
Nietzsche’ye 2007 Türkiyesi’nden Bakmak (6) – Binbir Erek Üzerine – (SAYI 7)
“Nietzsche’ye 2007 Türkiye’sinden Bakmak” isimli yazı dizimizin 5. bölümüdür.
Bu satırlarda Nietzsche’nin dünyanın kültürel mirasına olan katkısından uzun uzun söz edilmesinin pek anlamlı bir tavır olmayacağı düşüncesindeyiz.. Ancak bu büyük düşünürün, felsefesi ile çağımızı en çok etkileyen filozoflardan birisi olduğunun altını çizerek, O’nun büyük eseri “Böyle Buyurdu Zerdüşt”a sözü getirmek istiyoruz. Turhan Oflazoğlu’nun çevirisi ile Türk diline kazandırılan bu başyapıt, aşağıda yer alacak derleme denemesinde, sık sık başvurduğumuz bir temel kaynak olacaktır.
Bu büyük düşünce (duygu ve tutku ) adamını bizlere hocamız sayın Turan Oflazoğlu tanıttı. O sevdirdi. O öğretti.
Biz de kendisinden aldığımız manevi izne yaslanarak bu satırları sitemize katıyoruz.
Amacımız, gayemiz ve hedefimiz, bu ulu insan abidesinin sevilmesinden elde edeceğimiz “sevinç”ten ibarettir. Sizlere sınırsız gönül enginliği diler; ufkunuza, zihninize ve benliğinize kolaylıklar dileriz
BİNBİR EREK ÜZERİNE
Zerdüşt nice ülkeler, nice uluslar gördü: nice uluslara göre iyi ile kötü nedir, anladı böylece… Zerdüşt, iyi ile kötüden daha büyük bir güce rastlamadı yeryüzünde.
Hiçbir ulus, “önce” değerlendirmeden yaşayamaz; fakat ayakta durmak isterse, komşusu gibi değerlendirmemesi gerekir.
Bir ulusun iyi saydığı pek çok şeyi, başka bir ulus, utanç ve düşüklük sayıyordu: böyle gördüm ben… Burada kötü denen pek çok şeyin, erguvani şereflerle süslendiğini gördüm başka yerde…
Komşu komşuyu anlamıyordu hiç: komşusunun delilik ve kötülüğüne şaşıyordu hep…
Her ulusun üstünde bir iyiler levhası asılıdır. Bakın onların yengiler levhasıdır bu; bakın, onlardaki güç isteminin sesidir bu.
Övülesi birşeydir, güç saydıkları şey; pek gerekli ve güç olana iyi derler, en büyük sıkıntıdan kurtaranı, eşsiz ve en güç olanı, kutsal diye överler.
Onları egemen kılan ve yengi kazandıran ve parıldatan, komşularını ürküten ve kıskandıran, en yüce ve en başta gelen şey sayılır, her şeyin ölçüsü ve anlamı sayılır.
Gerçek kardeşim, bir ulusun neyi gereksindiğini, toprağını, göğünü ve komşusunun bilirsen, o zaman anlarsın yengilerinin yasasını ve neden bu merdivenle umuda tırmandığını…
“Başta gelmelisin hep, başkalarını geçmelisin: kimseyi sevmemeli kıskanç gönlün, meğerki dost ola!” bu Yunanlının içini titretirdi: o böyle yürürdü büyüklük yolunda.
“Doğruyu söylemek, ok ve yayda usta olmak” bu sevimli ve güç gelirdi bana adımı veren ulusa, bana sevimli ve güç gelen adı.
“Atayı ve anayı saymak, onların isteğini bütün gönlünle yerine getirmek” bu yengi levhasını astı üstüne başka bir ulus, bununla güçlü ve ölümsüz oldu.
“İçten bağlanmak, bu bağlılık uğruna, kötü ve tehlikeli şeylerde dahi, şeref ve kandan olmayı göze almak” bunu başka bir ulus kendine öğreterek kendini atletti ve kendini böyle alt ederken, büyük umutlara gebe kaldı.
Gerçek, insanlar her türlü iyi ve kötülerini kendi kendilerine vermişlerdir. Gerçek, bunları almadılar, bunları bulmadılar, bunlar gökten bir ses gibi inmedi onlara.”
İnsan kendini korumak için değer biçti nesnelere, nesnelerin anlamını o yarattı, insanca anlamı! Bundan ötürü “insan” der kendine, yani değerlendiren.
Değerlendirmek, yaratmaktır: işitin ey yaratıcılar! Değerlendirmenin kendisi, bütün değerlendirilmiş nesnelerin hazinesi ve cevheridir.
Ancak değerlendirmeyle var olur değer: değerlendirme olmasaydı, varlık, içi boş bir kabuğa dönerdi. İşitin ey yaratıcılar!
Değerlerde değişme, bu yaratıcılarda değişmedir. Yaratıcı olması gereken, yıkar hep.
Önce uluslardı yaratıcılar, ancak son zamanlarda bireyler yaratıcı oldular; gerçek, bireyin kendisi en son yaratmadır daha.
Eskiden uluslar üstlerine iyinin levhasını asarlardı. Söz geçirmek isteyen sevgiyle söz dinlemek isteyen sevgi, birlikte yarattılar bu tür levhaları.
Sürüdeki sevinçten eskidir “Ben”deki sevinç: ve iyi vicdan sürüyle bir tutuldukça ancak kötü vicdan “Ben” der.
Gerçek, kendi çıkarlarını çokluğun çıkarında gören kurnaz, sessiz Ben, sürünün kaynağı değil, yıkımıdır.
Sevenlerdi hep, yaratıcılardı iyi ile kötüyü yaratanlar. Bütün erdemlerin adlarında sevgi ateşi yanardı ve öfke ateşi.
Zerdüşt nice ülkeler, nice uluslar gördü: sevenlerin yaratmalarından daha güçlü bir şeye rastlamadı yeryüzünde, “iyi” ile “kötü” denir bunlara.
Gerçek, canavarın biridir bu övme ve yerme gücü. Deyin bana kim altedecek onu, ey kardeşler? Bu hayvanın bin boynuna kim vuracak boyunduruğu?
Bin erek vardı şimdiye dek, bin ulus vardı da ondan. Ancak bin boyuna vurulacak boyunduruk yok daha, bir erek eksik. İnsanlığın ereği yok daha.
Ama deyin bana, kardeşlerim, insanlığın daha ereği yoksa, yok değimlidir daha, insanlığın kendisi de?
Böyle buyurdu Zerdüşt.
Nietzsche’ye 2008 Türkiye’sinden Bakmak / ENGEREK SOKMASI ÜZERİNE – (SAYI 8)Nietzsche’ye 2007 Türkiye’sinden Bakmak” isimli yazı dizimizin 5. bölümüdür.
Bu satırlarda Nietzsche’nin dünyanın kültürel mirasına olan katkısından uzun uzun söz edilmesinin pek anlamlı bir tavır olmayacağı düşüncesindeyiz.. Ancak bu büyük düşünürün, felsefesi ile çağımızı en çok etkileyen filozoflardan birisi olduğunun altını çizerek, O’nun büyük eseri “Böyle Buyurdu Zerdüşt“e sözü getirmek istiyoruz. Turhan Oflazoğlu’nun çevirisi ile Türk diline kazandırılan bu başyapıt, aşağıda yer alacak derleme denemesinde, sık sık başvurduğumuz bir temel kaynak olacaktır.
Bu büyük düşünce (duygu ve tutku ) adamını bizlere hocamız sayın Turan Oflazoğlu tanıttı. O sevdirdi. O öğretti.
Biz de kendisinden aldığımız manevi izne yaslanarak bu satırları sitemize katıyoruz.
Amacımız, gayemiz ve hedefimiz, bu ulu insan abidesinin sevilmesinden elde edeceğimiz “sevinç”ten ibarettir. Sizlere sınırsız gönül enginliği diler; ufkunuza, zihninize ve benliğinize kolaylıklar dileriz
Engerek Sokması Üstüne
Bir gün Zerdüşt, hava sıcak olduğu için, kolları yüzünde uyuya kalmıştı bir incir ağacının altında. Derken bir engerek geldi ve boynundan soktu, öyle ki Zerdüşt ağrıdan bağırdı. Kolunu yüzünden çekince, yılanı gördü ve yılan tanıdı gözlerini Zerdüşt’ün, beceriksizce kıvrılıp kaçmaya yeltendi. “Olmaz” dedi Zerdüşt, “daha teşekkürümü almadın ki! Beni vaktinde uyandırmış oldun, yolum daha uzun.” “Yolun kısa” dedi engerek üzgün üzgün, “benim ağım öldürücüdür.” Zerdüşt gülümsedi, “Ejderin, yılan ağısından öldüğü nerde görülmüş?” dedi, “Geri al şu ağını! Sen bunu bana armağan edecek kadar zengin değilsin.” O zaman yılan yine sarıldı Zerdüşt’ün boynuna, yarasını yaladı.
Zerdüşt bir gün bunu öğrencilerine anlatınca, onlar sordular: “Peki bu öyküden alınacak ahlâk dersi nedir, ey Zerdüşt?” Zerdüşt de şöyle cevap verdi:
Ahlâk yıkıcısı, derler bana iyilerle doğrular: benim öyküm ahlâka aykırıdır.
Ama düşmanınız olursa, kötülüğe iyilikle karşılık vermeyin: onu utandırır da ondan. Yalnız, size iyilik ettiğini gösterin ona.
Ve utandırmaktansa, kızın! Ve size sövüldüğünde, sizin övmeye kalkışmanız hoşuma gitmez. Biraz da siz sövün!
Ve size büyük bir haksızlık edilecek olursa, siz de buna beş küçük haksızlık ekleyin. Korkunçtur haksızlığa yalnız katlananı seyretmek.
Bunu biliyor muydunuz? Bölüşülen haksızlık, yarım haktır. Ve buna katlanabilen, kendisini yüklenmeli haksızlığı!
Küçük bir öc, hiç öc almamaktan daha insancadır. Ve ceza, saldırgan için aynı zamanda bir hak ve şeref olmazsa, cezanız eksik olsun!
Kendini haksız çıkarmak, hak istemekten daha soyluca bir iştir, hele kişi haklıysa. Yalnız, kişi bunu yapacak kadar zengin olmalı.
Sizin soğuk doğruluğunuzu istemem; yargıçlarınızın gözünden cellât ve cellâdın soğuk kılıcı bakar hep.
Söyleyin, gören gözlü sevgi olan doğruluğu nerde bulmalı?
Öyleyse, yalnız bütün cezaya değil, bütün suça da katlanan sevgiyi yaratın bana.
Öyleyse, yargıçtan başka herkesi temize çıkaran doğruluğu yaratın bana!
Şunu da işitmek ister misiniz? Tepeden tırnağa doğru olmak isteyen için, yalan bile insan severlik olur.
Fakat nasıl tepeden tırnağa doğru olabilirim ki! Nasıl herkesin hakkını verebilirim ki! Şu bana yetsin: herkese kendi hakkımı veririm.
En son, kardeşlerim, yalnızca haksızlık etmekten sakının. Yalnız nasıl unutur! Acısını nasıl çıkarır!
Bir derin kuyuya benzer yalnız. Taş atmak kolaydır içine: ama bu taş dibe inecek olursa, deyin bana, kim çıkarabilir?
Yalnızı incitmekten sakının! Ama incitecek olursanız, eh, artık öldürün de!
Böyle buyurdu Zerdüşt.
NİETZSCHE’ 2008 TÜRKİYE’SİNDEN BAKMAK: YARATICININ YOLU ÜSTÜNE / BÖYLE BUYURDU ZERDÜŞT – (SAYI 9)
Nietzsche’ye 2007 Türkiye’sinden Bakmak” isimli yazı dizimizin 9. bölümüdür.
Bu satırlarda Nietzsche’nin dünyanın kültürel mirasına olan katkısından uzun uzun söz edilmesinin pek anlamlı bir tavır olmayacağı düşüncesindeyiz.. Ancak bu büyük düşünürün, felsefesi ile çağımızı en çok etkileyen filozoflardan birisi olduğunun altını çizerek, O’nun büyük eseri “Böyle Buyurdu Zerdüşt“e sözü getirmek istiyoruz. Turhan Oflazoğlu’nun çevirisi ile Türk diline kazandırılan bu başyapıt, aşağıda yer alacak derleme denemesinde, sık sık başvurduğumuz bir temel kaynak olacaktır.
Bu büyük düşünce (duygu ve tutku ) adamını bizlere hocamız sayın Turan Oflazoğlu tanıttı. O sevdirdi. O öğretti.
Biz de kendisinden aldığımız manevi izne yaslanarak bu satırları sitemize katıyoruz.
Amacımız, gayemiz ve hedefimiz, bu ulu insan abidesinin sevilmesinden elde edeceğimiz “sevinç”ten ibarettir. Sizlere sınırsız gönül enginliği diler; ufkunuza, zihninize ve benliğinize kolaylıklar dileriz
Yaratıcının Yolu Üstüne
Yalnızlığa çekilmek mi istersin kardeşim? Kendine varan yolu aramak mı istersin? Biraz dur da beni dinle.
“Arayan kolay yiter. Her türlü yalnızlık suçtur?” böyle der sürü. Ve sen sürüdendin uzun bir süre.
Sürünün sesi daha sende çınlayacak. Ve sen desen: “Artık sizinle ortak vicdanım yok benim”, yakınma ve ağrı olacak bu
Bakın aynı vicdan doğurdu bu ağrıyı; o vicdanın son parıltısı daha senin derdinde yanmaktadır.
Derdinin yolunu, yani kendine varan yolu yürümek mi istersin? Öyleyse hakkını ve bu işi becerecek gücünü göster bana!
Son yeni bir güç ve yeni bir hak mısın? Bir ilk devinme misin? Bir kendi kendine döner tekerlek misin? Yıldızları kendi çevrende dönmeye zorlayabilir misin?
Yazık, yüksekliğe tutkunluk öyle çok ki! Gözü doymaz kişilerin çırpınmaları öyle çok ki! Tutkun ve gözü doymaz bir kişi olmadığını göster bana!
Yazık, körükten fazla bir iş görmeyen büyük düşünceler öyle çok ki: körüklerler ve daha da boşaltırlar.
Özgür mü diyorsun kendine? Egemen düşünceni işitmek isterim ben senin, boyunduruktan kurtulduğunu değil.
Sen boyunduruktan kurtulmaya yetkili bir kişi misin ki? Nice kimseler, uşaklıklarını atarken, son değerlerini de atmış oldular.
Neden özgür? Zerdüşt’e ne bundan! Gözlerin apaçık söylemeli bana: ne’ye özgür?
Kendi kötün ile kendi iyini kendine sağlayabilir misin, kendi istemini bir yasa olarak kendi üstüne asabilir misin? Kendi kendinin yargıcı olabilir misin ve kendi yasanın öc alıcısı?
Korkunçtur, kendi yasanın yargıcı ve öc alıcısıyla yalnız kalmak yıldız işte böyle fırlatır ıssız uzaya, yalnızlığın buzlu soluğuna.
Bugün kalabalığın acısının çekersin daha, ey tek kişi: bugün yürekliliğin tam daha ve umutların.
Ama bir gün yalnızlık yoracak seni, bir gün eğilecek gururun ve yürekliliğin yılacak. Bir gün haykıracaksın: “Yalnızım ben!”
Bir gün artık görmeyeceksin yükseldiğini, alçaklığını ise pek yakından göreceksin; kendi yüceliğin bir hayalet gibi korkutacak seni. Bir gün haykıracaksın: “her şey düzme!”
Yalnızı öldürmek isteyen duygular vardır; başaramazlarsa, kendileri ölürler sonra! Ama san buna yeterli misin, katil olmaya?
Kardeşim, “horgörme” sözcüğünü tanıdın mı? Peki, doğruluğunun, seni hor görenlere karşı doğru olmanın ağrısını?
Nice kimseleri senin için başka türlü düşünmeye zorlarsın, bunu yanına koymazlar senin. Onlara yaklaştın, ama geçip gittin: hiç bağışlamazlar bunu.
Onların üstüne ve ötesine geçersin: ama sen yükseldikçe kıskançlığın gözü daha küçük görür seni. Fakat ucundan nefret edilir en çok.
“Bana karşı nasıl doğru olabilirsiniz!” demelisin sen, “ben kendi payıma sizin haksızlığınızı seçtim”
Onlar haksızlık ve çamur atarlar yalnızca: ama böyledir diye, kardeşim, yıldız olmak istersen, daha az ışık saçmamalısın onlara!
Ve iyilerle doğrulara karşı tetikte ol! Onlar, kendi erdemini yaratanları çarmıha germeye can atarlar, onlar yalnızlardan nefret ederler.
Kutsal yalınlığa karşı dahi tetikte ol! Yalın olmayan her şey kutsuzdur onca; ateşle oynamaya da bayılır, kazığın ateşine.
Kendi sevginin baskınlarına karşı dahi tetikte ol! Her önüne gelene elini uzatmaya pek hazırdır yalnız kişi.
Elini değil, yalnız pençeni uzatmalısın nice kimselere; hani pençenin tırnakları da olursa, yok mu?
Ama karşına çıkabilecek en çetin düşman, kendin olmalısın hep; sen mağaralarda ve ormanlarda kendine pusu kurarsın.
Ey yalnız kişi, sen kendine varan yolda yürürsün! Ve kendinden ve yedi şeytanından geçer yolun senin!
Yadsıyıcı olmalısın kendine karşı ve büyücü ve falcı ve deli ve kuşkucu ve uğursuz ve alçak.
Kendi yalımınla yakmaya hazır olmalısın kendini; önce kül olmadan nasıl yeni olabilirsin ki!
Ey yalnız kişi, sen yaratıcının yolunda yürürsün: sen bir tanrı yaratacaksın o yedi şeytanından!
Ey yalnız kişi sen sevenin yolunda yürürsün: kendini seversin sen, bu yüzden kendini hor görürsün, ancak sevenlerin hor görüldüğü gibi tıpkı
Yaratmak ister seven kişi, hor görür de ondan! Sevdiğini hor görmek zorunda kalmamış kişi ne bilir ki sevmeyi!
Sevginle git yalnızlığına, kardeşim, yaratmanla git, doğruluk ancak daha sonra topallar ardın sıra senin.
Benim gözyaşlarımla git yalnızlığına, kardeşim. Kendinden öte yaratmak isteyeni severim ben ve böylece yok olanı
Böyle buyurdu Zerdüşt.
BÖYLE BUYURDU ZERDÜŞT!.. – (SAYI 10)
“Böyle Buyurdu Zerdüşt” isimli yazı dizimizin 10. bölümüdür.
Bu satırlarda Nietzsche’nin dünyanın kültürel mirasına olan katkısından uzun uzun söz edilmesinin pek anlamlı bir tavır olmayacağı düşüncesindeyiz.. Ancak bu büyük düşünürün, felsefesi ile çağımızı en çok etkileyen filozoflardan birisi olduğunun altını çizerek, O’nun büyük eseri “Böyle Buyurdu Zerdüşt“e sözü getirmek istiyoruz. Turhan Oflazoğlu’nun çevirisi ile Türk diline kazandırılan bu başyapıt, aşağıda yer alacak derleme denemesinde, sık sık başvurduğumuz bir temel kaynak olacaktır.
Bu büyük düşünce [duygu ve tutku] adamını bizlere hocamız Sayın Turan Oflazoğlu tanıttı. O sevdirdi. O öğretti.
Biz de kendisinden aldığımız manevi izne yaslanarak bu satırları sitemize katıyoruz.
Amacımız, gayemiz ve hedefimiz, bu ulu insan abidesinin sevilmesinden elde edeceğimiz “sevinç”ten ibarettir. Sizlere sınırsız gönül enginliği diler; ufkunuza, zihninize ve benliğinize kolaylıklar dileriz
Komşu Sevgisi Üstüne
Komşunuzun çevresine yığılır, onun için güzel şeyler bulursunuz. Oysa ben size derim: izin komşu sevginiz, kendinizi kötü sevmenizdir.
Kendinizden, komşunuza kaçarsanız ve bundan erdem yapmak istersiniz: ama ben bu “özgeciliğinizin” iç yüzünü bilirim.
“Sen”, “Ben”den eskidir, “Sen” kutsanmıştır, ama “Ben” daha kutsanmamıştır: bu yüzden kişi komşusuna sokulur.
Size komşu sevgisini mi salık vereyim? Komşudan kaçmayı ve en uzaktakileri
sevmeyi salık veririm size!
Komşu sevgisinden üstündür en uzak ve gelecekteki kişilere duyulan sevgi; insan sevgisinden üstündür bence, nesnelere ve hayaletlere duyulan sevgi.
Şu önün sıra koşan hayalet, kardeşim, senden güzeldir; neden etini kemiğini ona vermezsin? Ama sen korkaksın, komşusuna kaçarsın.
Kendinize katlanamazsınız, kendinizi yeterince sevmezsiniz: şimdi komşunuzu sevgiye ayartmak ve onun yanlışıyla kendinizi süslemek istersiniz.
Keşke hiçbir yakınınıza ve yakınınızın komşusuna katlanmaz olsaydınız, dostunuzu ve dostunuzun taşkın yüreğini kendi kendinizden yaratırdınız o zaman.
Kendiniz için iyi şeyler söylemek istediniz mi, tanık çağırırsınız ve onu, sizin için iyi şeyler düşünmeye ayarttınız mı, siz dahi kendiniz için iyi şeyler düşünürsünüz.
Yalan söyleyen, bildiğine aykırı konuşan değildir yalnız, bilmediğine aykırı konuşan daha çok yalan söyler. Ve kendinizden böyle konuşursunuz görüşmelerinizde ve komşunuzu kendinizle aldatırsınız.
Şöyle der deli: “insanlarla düşüp kalmak kişiliği bozar, hele kişilik yoksa.”
Kimi, komşusuna kendisini aradığı için gider, kimi de, kendisini yitirmek istediğinden. Kendinizi kötü sevmeniz, yalnızlığı size zindan eder.
En uzaktakilerdir, yakınlarınıza sevginizi ödeyen ve beşiniz bir araya gelince, altıncının ölmesi gerekir.
Ben sizin bayramlarınızı da sevmem: pek çok oyuncu gördüm orda, seyirciler dahi sık sık oyuncular gibi davranıyorlardı.
Ben komşuyu değil, dostu öğretiyorum size. Ko yeryüzünün bayramı olsun size dost ve üstinsanın önceden duyulması
Ben size dostu ve dostun taşkın yüreğini öğretiyorum. Ama kişi, taşkın yüreklerce sevilmeyi istiyorsa, sünger olmayı öğrenmelidir.
Kendisine dünyanın yetkin durduğu, iyinin kabı olan dostu öğretiyorum size, her zaman bağışlayabileceği yetkin bir dünyası olan, yaratıcı dostu.
Ve dünya nasıl onun için açılıp serildiyse, halka halka yine toplanır onun için, iyinin kötüden gelişmesi gibi, amacın rastlantıdan gelişmesi gibi.
Ko gelecek ve en uzak, bugünün nedeni olsun; sen dostunda nedenin olarak seveceksin Üstinsanı
Kardeşlerim ben size komşu sevgisini salık vermem, en uzağı sevmeyi salık veririm size!
Böyle buyurdu Zerdüşt.