Güneş, onu geceye emanet ederek; yer yüzünü terk etti. Havada hafif bir rüzgar vardı. Ama ağaçların gürültü denilecek kadar ses çıkartmasına yetiyordu. O, yine kendi yerinde ayna karşısında ona ait programına hazırlanıyordu. Aynanın karşısında o kadar seri işler yapıyordu ki sanki ezberlemişti hepsini. Sürdüğü allıkların dozajı bile birbirine yakınlaşıyordu gün günü geçtikçe. Taktığı peruklar bir döngü içerisinde yer buluyordu kendine. Ve o kocaman burun yapmaya sağlayan gıcık şey takılıyordu isteksizce. Monotonluk içerisinde kaybolmuş kısa boylu, bayağı cambazlıkları becerebilen, onlara göre sevimli bir palyaço idi o. Ama sadece onlara göre…
Her akşam aynı programı uyguluyordu. Yaptığı her şey aynıydı. Yalnız anlamadığı bir şey vardı. Yaptıkları insanları kahkahaya boğuyordu. O kahkahalar arasında şunu düşünmekten kendini alamıyordu belli ki:
‘Gülmeye meyilli bu insanlar, ‘’hık’’ desem gülecekler. Peki ben bu yaptıklarımdan neden bu kadar mutluluk duyamıyorum. Anlamıyorum. Yine sakarlık namına yere düşme vakti…’
O gece gösteri ip cambazlarından biri sakatlandığı için erken bitmişti. Palyaço yüzünü temizlerken dışarıdan bir ses duydu. O sesin heyecanıyla yüzündeki boyaları yarım bırakıp dışarı çıktı. Bu ses bir çocuk sesiydi. Ağlamaklıydı :
”Palyaço, bana ne ben palyaçoyu görmek istiyorum, baba lütfen palyaçoyu görelim. Lütfen… ”
Sirkte bir sürü palyaço vardı. Ama orada, o anda sadece kendisi bulunduğu için; küçük kızın isteğini yerine getirmek adına yanına gitti. Küçük kız, palyaçonun yarısı temizlenmiş, burnu çıkarılmış yüzü görünce çığlık attı.
‘Hayır bu palyaço değil, bu o değil. Hem o sürekli hareket eder, oyun yapar bize. Hem bunun yüzü bile yok.’
Küçük kız bu sözleri babasının bacakları arkasında tamamlıyordu. Babası kızı sakinleştirmeye çalışırken palyaçodan özür diledi.
Palyaço hiç cevap vermeden sırtını döndü ve yerine gitti. Orada yüzünün kalan bölümlerini temizledi. Peruğu çıkardı, çıkardı çıkarmasına, ama bu sefer hiç bakmadan bir yere fırlattı.
Aynaya bakarken kendini şu düşüncelerden alamadı:
‘’İnanamıyorum… Ben bu mesleğimle resmen sahte bir kişiliğe sahibim. Çocukların gözünde hayali bir karakterden başka bir şey değilim. Korkağım ben. Kendimi o boyaların, perukların arkasına saklayıp şirinlik yapmaya çalışıyorum. Sadece bu…
Ama artık, bilmiyorum. Ne yapacağımı bilmiyorum. Bilmiyorum!
Her şeyi bırakmak o kadar basit değil. Basit olsaydı şimdi bambaşka bir dünya içerisinde olurdum.”
Bu düşüncelerinden kurtulabilmek için dışarı çıktı. Sirkin kurulu olduğu bölgede bir ağaçlık vardı. Orada biraz rahat nefes almaya gitti. Karanlık bir yerden sırtını sirke doğru döndü. Taşlıkların altından sigarasını ve çakmağını aldı. Bir sigara yaktı, içti. İzmaritini iyice söndürüp uzak bir yere fırlattı. Hiçbir şey yapmak istemedi. O gece ay dolunay şeklindeydi. O ihtişama bir süre baktıktan sonra yerine gitti, odasının ışığını söndürdü, uyudu.
Sabah günün ilk ışıkları odalara izinsiz girişler yapıyordu. Palyaço erkenden uyanmıştı. Can sıkkınlığını gidermek için, sirkin kurulu olduğu şehrin merkezindeki meydana, gitti. Hem kahvaltı yapacaktı, hem de dolaşacaktı. Meydana vardığında öyle bir durumla karşılaşmıştı ki, onu bu kadar üzecek başka bir şey olamazdı. Yolda yürürken insanlar ona aşinasız bakışlarla saldırıyordu. Kimse selam vermiyordu. Biraz yürüdükten sonra kahvaltıyı falan unutup, geri dönmek için karar verdi. İçinde yine bir his boğukluğu vardı.
‘’Akşam ayrı bir insanım, sabah ayrı. Bu düşünceler hep kafamı yormakta. Ancak elimde olmadığı için, bu düşüncelerle boğuşmak zorundayım. Böyle yaşamak istemiyorum. Yaşamak değil bu zaten…’’
Bu düşüncelerle dalmıştı. Yolda yürürken biriyle istemeden çarpıştı. Çarpıştı kişi arkasına dönüp:
‘Hop! Birader, yavaş be…’
Palyaço, özür dilemek istedi. Ancak çarpıştığı kişi oradan uzaklaşmıştı. Başkalarına zarar vermemek için oradan hızla uzaklaştı, sirke döndü. O gün istemediği gibi geçmişti.
.
.
.
Akşam oldu.
…
Hazırlıklarını tamamladı. Gösteri sırası ona gelince, sahnedeki yerini aldı. Gösterinin yere düşme anı geldiğinde, her zamanki gibi yere düştü. Ama bu sefer kalkmadı yerden. Öylece kalakaldı.
Sonuç; işten atılmıştı.
İnsanlar birbirini kolayca güldürebilseydi,
belki ona,
belki de böyle bir mesleğe ihtiyaç duyulmazdı.
…
o zaman hayatını tek taraflı yaşardı.