Büyükşehirlerde zaman nasıl da hemen geçiyor…
Bazen nasıl da ağır geliyor şehrin göz alıcı ışıkları…
Kimi zaman da soruyorum kendime bazı bazı…
“Ben ne ara büyüdüm de, şehrin ışıklarını kaldıramayacak tahammülsüz bir adam oldum?”
Küçücük gözlerim hangi ara yorgunluktan torba torba oldu?
***
Büyükşehirde doğup büyümeme rağmen çocuk olduğumu hiç anlamadım…
Babadan, anadan Anadoluluyuz. Hem de en Anadolu…
Yamaçlardan aşağı doğru boylu boyunca koşmayı, kimi çocuğun sadece hayvanat bahçesinde ya da belgesellerde gördüğü hayvanları köyümüzde gördüm…
Tavukların altından aldığım yumurtaları soğumadan tereyağına kırıp yediğimi biliyorum…
Şimdi bırakın çocukların organik taze yumurta görmesini, bu duyguyu kaç anne baba biliyor?
Çivileri gevşemiş oturakları tekrar çivilemek, boyamak en iyi meziyetlerimizdi. Bahçedeki hortumla bahçe dışında her yeri ıslatmak en zevkli oyunumuzdu…
***
Aslında tek hayalimizdi bahçedeki zerdali ağacına, ağaçtan ev yapmak…
Hiç birimizin ağaç evi olmasa da hepimizin minder koyup, tam gövdeye kurulmuşluğumuz vardır…
En Anadolu da çocuk olmak! Gece yatmadan büyüklerin sana peri, prenses anlatması yerine ‘Bir Evde’ oyununu oynayarak uyumaktı bence…
Belki de ‘taş-makas-kâğıt’tı…
Bilemiyorum sizin nasıldı fakat benim çocukluğumda hırsızların kocaman upuzun sipsivri ayakkabıları vardı. Merdivenleri tıkır tıkır çıkarlardı…
Gazoz kapaklarını taşla ezip onlarla oynamak ve onlardan en çok biriktirmek nasıl da ruhumuzu gıdıklardı…
Anadolu’da çocuk olmak, hatta Anadolu’da çocukluğunu hatırlamak belki de Anadolu’da hiç çocuk olamayacak çocuklarımıza anlatabileceğimiz anılardır. Gelişsin ya da gelişmesin, isterse en küçük köy olsun Anadolu buram buram ‘özlemdir, hasrettir, gurbettir…’
Selam olsun en Anadolu’ya… Kırıkkale’ye… Kırşehir’e… Edirne’den Ardahan’a…