Benim adım Malik. Yaşımı sormayın. Ama tanırsınız beni. Mahallenizdeki insanlar komşular hep konuşurlar benim hakkımda. Büyük bir ailemiz vardır. Ve bizler ünlüyüz. Tabi sadece sizin mahallede değil, tüm dünya’da ünlüyüz biz. Şuana kadar sayısız dergiye kapak olduk, neredeyse her gün gazetelerde çıkıyoruz, televizyonlarda haberlerde yer alıyoruz ve tartışma programlarına da konu oluyoruz. Medya bizi yeterince tanıyor anlayacağınız. Ancak ünümüz henüz sokağın ağzında yeteri kadar yer edemedi. Biz istiyoruz ki her an bizi konuşsun insanlar. Her kafede, her barda ve her restoranda bizleri konuşsun insanlar. Toplumun en alt sınıfından tut en tepesine kadar herkesin ağzından çıkan tek söz olmak istiyoruz. Elimizden gelen çalışmaları yapıyoruz tabiki. Ama bizden daha mühim olaylar ve uğraşlar olunca üstümüze örtü çekiyor tekrar manşetlerde belirinceye kadar da açmıyorlar. Ama her daim işimizin hakkını vermek için uğraşıyoruz. Ailenin bütün fertleri çevresinde tanıdığı herkesi sektöre almak için çabalıyor. Mesela babam yan dükkandaki tüpçü Hasan amcayı ikna etmiş. Sadece o mu sütçü Refik amca, mahallenin bakkalı Başir ve eşi Azime, elektrikçi Abdullah usta ve davulcumuz Behçet amcayı da ikna etmeyi başarmış. Ben boş durur muyum, mahallenin futbol takımını topladım, okuldan sınıfın neredeyse tamamını ikna ettim. Fakat sevdiğim kızı, Aslıyı dışarıda bıraktım. İş ve aşkın birbirinden ayrı olması gerektiğine inanıyorum. Babam her zaman böyle der bana. Doğruyu yaptığıma inanıyorum.
Diyeceğim işleri büyüttük ve büyütmeye de devam ediyoruz. Herkes bizi, yalnızca bizi konuşmaya başlayıncaya kadar da durmayacağız. Bunun için de yeterince insan kaynağımız var. Ne iş yaptığımızı çok merak ediyorsunuz değil mi. Haklısınız da aslında. Bukadar çok insanın katıldığı bir sektör nasıl olurda adını sokaklara duyuramaz değil mi. Bizler mülteciyiz. Yaşadığımız şehirler bombalanıp işgal edilince, yaşadığımız evler başımıza yıkılınca mecburen orayı terk ediyor yakındaki şehirlere doğru yola çıkıyoruz. Mevsimine göre zorluklarımız var elbette. Yaz günleri susuzluktan dudaklarımız kuruyor, başına güneş geçen insanlar düşüp bayılıyor, kimileriyse tansiyonu düşünce sırtlarda taşınıyor. Bizi en çok zorlayan ise kış oluyor. Eğer ki önden giden bir ekip olmamışsa yolumuzu kaybedebiliyoruz. Çoğu zaman donarak ölenlerimiz oluyor yolda. Ayaklarımıza poşetler bağlıyoruz fakat nafile, birsüre sonra yürüdüğümüzü bile hissedemiyoruz. Yaşlılarımız dayanamıyor tabi biz de onları bir kenarda mezarsız bırakmak zorunda kalıyoruz. Üzücü bir durum tabi. Bir şehire vardığımızda ilk yaptığımız şey insanların arasına karışıp kaynaşmak oluyor. Şöyle bir süre gözlüyoruz ortamı en kazançlı yerleri belirliyor değişmeli olarak çalışıyoruz. Tabi nekadar sokakla iç içe olsak da adımız yayılmıyor. İşte ozaman da yöntem değişiyor kıyı şehirlerine doğru yola koyuluyoruz. Amacımız avrupaya giden bir bota binmek. Ünlü olmanın en basit yolu ama biraz zahmetli ve emek isteyen bir iş. Dururmuyuz hemen kalkıp gidiyoruz. Bizler işimizin ehliyiz. Hemen bir bot ayarlıyoruz. Sabaha karşı kaptan bizi gelip alıyor ve sahildeki şişme bota yüklüyor. Sarı veya turuncu renkte can yelekleri verirken uymamız gereken kuralları da saymadan edemiyor. Neredeyse tüm aile, anne, baba, amcalar, teyzeler, kuzenler yaklaşık ikiyüz kişilik bir tayfayla denize açılıyoruz. O andaki heyecanı tahmin bile edemezsiniz. Herkes yapacağı işi tam anlamıyla biliyor ve uygulama için sabırsızlıkla bekliyordu. Olması gereken tüm aşamalar tam da beklediğimiz gibi gerçekleşiyor. Rüzgarın şiddetinin artmasıyla yükselen dalgalar botun motorunu bozuyor. Botla birlikte bir süre sürüklendikten sonra botumuz yavaşça su almaya başlıyor. Dakikalar içinde bot denizin dibini boylayınca ikiyüz küsür insan denizin yüzeyinde turuncu ve sarı can yeleklerimizle süzülüyoruz. Karaya yakınlaşmak için yüzenler, bebeklerini dalgalardan mümkün olduğunca korumaya çalışanlar, sırayla can yeleklerinden sıyrılıp denizin dibini boylayanlar, bunların hepsi önceden belirlenmiş görevler ve bizler de bunların hepsini başarıyla yerine getiriyoruz. Ünlüler botu gelmeden kaybolanlar ne yazık ki yalnızca rakamlarla anılıyor kurtulanlar ise kısa süreli de olsa bir üne kavuşmayı başarıyorlardı. Asıl çarpıcı sahneleri sergileyen ve ünlülerin tahtlarına oturanlar ise kıyıya vuranlar oluyordu. Ben de o şanslılardan biriydim işte. 2gün denizde oradan oraya savrulduktan sonra en sonunda küçük bir tatil köyünün kumsalına ulaştım. Yüzüstü yatıp bekledim. Nekadar uzun süre beklersen okadar çok ünlü olursun. Bekledim bekledim ve bekledim. Beni ilk fark edenler turistler oldu ki bu da şansıma çok iyi oldu. Böylece adım onlarla birlikte kendi ülkelerine de gidecek ve yayılacaktı. Başarı üstüne başarı elde ediyordum. En sonunda bir jandarma askeri yakınıma gelerek üç açıdan resmimi çekti ve kucağına alıp beni siyah bir torbaya koydu. En sonunda tam da bana layık bir tabutun içine kondum. Küçük bir tabuttu ama tam da benim için yapılmıştı. Yeni doğranmış olduğu için mis gibi ağaç kokuyordu. Taze bir havası vardı. En sonunda amacıma ulaşmıştım. Aslında hepimiz elinden geleni yapmıştı. Kimsenin yanlış birşey yaptığını görmedim. Ama görev dağılımımız böyle gerçekleşmiş kimi rakamlara dönüşmüş kimi kısa bir ünün ardından tekrar insanların arasına karışmış kimiyse benim gibi çarpıcı görüntüler sergileyip sonsuz üne sahip olmuştu. Hayat bizler için birer sahneydi ve hepimizin ayrı rolleri vardı. Bizlerin amacı boş koltukları doldurmak seyircimizi arttırmaktır. Emin olun bunu yavaş da olsa eninde sonunda başaracağız. Mülteciler hakettikleri namı elde edeceklerdir. Daha arkadan gelen kalabalık bir ekibimiz var ve bizlerin çizdiği bu yolda başarılı bir şekilde yol alacaklarından eminim. Benim hikayem de onlar için birer örnek olacak.