Her zamanki saatinde kalktı yataktan, her ne kadar fabrika düzensiz çalışıyor olsa da altı buçukta gözlerini açma alışkanlığını edinmişti. Kalkıp elini yüzünü yıkadı, odada yatan üç yaşındaki oğluyla bir yaşındaki kızına bir göz atıp üstünü giydikten sonra çıktı evden. Aynı kasveti bürünen kış günlerinden biriydi yine, hava zemheri ayazıydı hafiften kar atıştırmaya başlamıştı. Gecekondu mahallelerine has yamuk yumuk sokakların yüzü çoklukla bozulmuş, çamur asfalttan daha baskın bir hal almıştı. Bütün evlerin bacaları sıradan tütmeye başlamıştı, okula gidecek çocuğu olan analar, yavrucaklar üşümesin diye yakmışlardı sobalarını. İşçiler sokaklara dökülmekteydi birer ikişer, çöplerin başında sobaların küllerini döken renkli donlarının üstüne eteklerini geçirmiş, terlikli kadınlar görünüyordu, tam aydınlanmamıştı dışarısı henüz alacakaranlıkta solukların buğusu belli oluyodu yine de.
İki aydır veresiye borcunu ödeyemediği bakkalın önünde durdu, her sabah yediye on kala burdan alırdı servis kendisini, yine boynunu kırarak ve ayaklarına bakıp soğuktan kıkırdayarak beklemeye başladı eskimiş paltosuyla büsbütün şiddetini artıran karın altında. İşinden memnun olmadığını düşündü yine, sigarasını yakarken. Ne var ki sigortalı oluşu cezbediyordu kendisini zira çocukların sağlık güvencesinin olmamasının ne demek olduğunu anlamıştı üç yaşındaki oğlunu havale geçirirken hastane hastane dolaştırdığında. Ama yine de sevmiyordu işini, her ne kadar kendisine ilerisi için ustabaşılık verileceği söylenmiş olsa da, her gün onlarca insanı işten çıkartıyorlardı. Beynini bir fare gibi kemiriyordu işsizlik korkusu. Çünkü kendisi gibi tekstil atölyesinde çalışan abisi bile yanına almak istememişti önceki işsizliğinde ve günlerce evine ekmek götürememenin acısını sokak sokak taşımıştı omuzlarında. Nihayetinde eski bir arkadaşı vasıtasıyla bulduğu bu işle güler gibi olmuştu yüzü. Sigarasını attı, saatine baktı, yediye on vardı. Kafasını kaldırdığında servisin geldiğini gördü, iyiden iyiye bastırmıştı kar. Şehrin nefretine boyanan siyah asfalt tamamen maskelenmek üzereydi kar beyazıyla. Fabrikaya vardıklarında saat yedi yirmiydi, kartını basıp içeri girdikten sonra bir sigara daha yaktı, üç aydır ödenmeyen ev kirası geldi aklına, sonra bitmek üzere olan kömür, elektrik, su faturaları…. Bunaldı, soluk alamayacak gibi oldu, tek umudu bu ay fazlaca çalışıp mesai ücretleriyle bir nebze olsun borçları kolaylamaktı. Sigarası yeni bitmişti ki başlama zili çaldı. Öğlene kadar yoğun tempoda çalıştılar, öğle yemeğine yakın ustabaşı elinde bir listeyle çıkageldi; dört kişinin ismini saydı. Muhasebeye gidip hesaplarını kapatmalarını söyledi. İçi zehirle kaplanmışçasına acıdı ağzının içi, yutkunmaya çalıştı, başaramadı. Zil çaldı öğle yemeğine çıktılar, ama bir türlü söküp atamıyordu işsiz kalma fikrini beyninden -her ne kadar patron kendisinin çalışma performansından memnun olduğunu söylemiş olsa da- bilmediği bir korku duyuyordu içinde. Belki de bu sefer başaramazsa kaybının telafisinin olmayışındandı bütün bu endişesi, eğer işsiz kalırsa, evden atarsa ev sahibi gayrısında ölsündü, yaşamasındı yüzü böylesi yerdeyken evde karısına, sokakta mahalle esnafına karşı. Hiçbir şey yiyemeden bıraktı yemeği, bir sigara yakıp çay aldı.
Akşam mesai yapılacağını açıkladı ustabaşı, sevindi içinden belki ev kirasının birini bu şekilde kapatırdı. Öğle arası bitmeden karısına haber vermeliydi akşam gecikeceğini. Eski model olan ve hanidir içerisine kontör yükleyemediği cep telefonuyla ödemeli bir çağrı yaptı eşine ve eve geç döneceğini bildirdi.
Saatler hızla akıp geçiyordu. Mesai yapacaklar için çay molası verileceği sırada elinde bir listeyle yeniden geldi ustabaşı. Beş kişinin ismini saydı beşincisi kendi adıydı. Bir anın kırılarak sonsuzluğa nasıl geçildiğini anladı orada, zaman durmuş herşey ağır çekimde ilerlemeye başlamıştı. Adeta kafatasından kaynayarak akıyordu beyni ayaklarına doğru, adeta gözünde çakan şimşeğin ışıltısıyla kör olmuştu, dünya yavaş yavaş kararıyordu. Aynı kaderi paylaşan bir arkadaşının omzuna vurmasıyla geldi kendine, aldırma diyordu ancak ne dediğini biraz sonra kavrayabilecekti. Doğruca soyunma odasına gittiler, üstünü çıkardıktan sonra telefonu eline aldı karısını arayıp aramama konusunda çok düşündü, böyle bir haberi yüzyüzeyken söyleyemeyeceğini düşündü. Nasıl söylesindi, daha geçen ay kapılarına icra dayanmışken ve bir dünya borcun içine batmışken bu işinden de atıldığını nasıl söylesindi. Bir ödemeli arama daha yaptı, eşi her zaman ki aramalardan biricesine açtı telefonu, zira her molada evi arama alışkanlığı vardı. Nasıl söyleyeceğini bilmeksizin gevelemeye başladı ağzında kelimeleri, eşi telaş içinde sordu ne olduğunu, bir çırpıda çıkı verdi ağzından, kovuldum dedi. Ne yapacağını bilmeksizin kapattı eşi telefonu, gözleri eski mobilyaların odunlarıyla tutuşturulmuş sobanın deliğinden görünen alevlere takılı kaldı. O anda gözlerinden süzülen yaşlar kadar sıcak değildi, o ateş ve öyle ki hiçbir su bu denli yakıcı olamamıştı dünya üzerinde şimdiye değin. Kucağında ağlayan kızına ve bacağını çekiştiren oğluna aldırmaksızın takılı kaldı gözleri aynı noktaya dakikalarca. Aklında dönüp duran hep aynı soruydu, şimdi ne yapacaklardı…
Başı omuzlarından kesilmişcesine eğikti ve diz kapağına kadar gömüldüğü kar gittikçe şiddetlenmekteydi. Bir cenaze eviymişcesine bir matemle girdi bahçe kapısından evine. Hiçbir zaman yaşamadığı kadar büyük bir çekinceyle kaldırdı elini vurmak için kapıya. Kaldırdı ama vuramadı, durdu öylece dakikalarca, durdu, ne yapacağını bilmeksizin, düşünmeksizin geçmişi ve geleceği, o anın ağırlığı altında ezilirken, getirdiği kara haberin büyüklüğünce bir umutsuzlıkla indirdi elini kapıya. Yüzünde yıkılmışlığın emarelerini gizlemeye yeltenen bir gülümsemeyle açtı karısı kapıyı. Başını kaldırıp bakamadı ona, ve giremedi bir süre içeri. Elini omzuna koyup canın sağolsun başka iş bulursun dediğinde eşi göz göze geldiler. İşte o anda hiçbir gerçek o denli çıplak olmamıştı, hiçbir çaresizlik böyle ayan beyan okunmamıştı çehrelerden ve hiçbir umut böylesi silinmemişti gözbebeklerinden. O anda ikisininde gözlerinden yaşlar süzüldü, sarılarak girdiler içeri. O anda ev öyle bir hal almıştı ki gözünde, hani yüksek ateşli hastalığın pençesinde titrerken odanın aydınlatmasındaki karanlığı ve soğukluğu bütün ruhunda hisseder de bir karamsarlığa kapılır ya insan, aynen öyleydi bütün oda. Karısı sofrayı hazırladı o üstünü değiştirirken, ama ikisi de ağzına lokma koymadı o akşam. Erkenden yatağa girdiler, daha öncede uzun geceler geçirmişlerdi, uzadıkça uzayan ve bitmek bilmeyen dakikaların asırlaştıştığı gecelerden daha farklı bir geceydi bu. Sanki bir kutup kışında duruvermişti dünya, artık hiç hareket etmeyecek ve hiçbir zaman doğmayacaktı artık güneş. Hiçbir çaresizliğin bu denli elem verici olduğunu işitmemişlerdi ve hiçbir ölümün ardından bile bu kadar acı içine gömülmemişlerdi… Bilmedikleri bir anda teslim almıştı uyku onları, her zamanki alışkanlığı gereği uyandı altı buçukta, yataktan çıkmaya yeltenecek oldu, birden hatırladı kovulduğunu. Keşke hatırlamaz olsaydı, keşke kötü bir kabusun sabahında açıyor olsaydı gözlerini, keşke… Bitmek bilmeyen keşkelerin sıralandığı o anlarda yatakta sağdan sola dönmeye başladı, uzunca bir vakit tekrar etti bu durum. Karısı kalkıp sobayı yaktı, son odun parçasıyla tutuşturdu sobayı ve çayı hazırladı. Tam sofraya oturmak üzereydiler ki telefon çaldı. Hayır olsundu, sabahın köründe kimseler aramazdı onları. Aceleyle telefona seyirtti adam, “efendim, diyerek ahizeyi kulağına dayadı, peki efendim, anladım, hemen hemen” diyordu. Kim o diye sordu telefonu kapatınca karısı. İş yerinden aradılar dedi adam, dün işten çıkartılan aslında ben değilmişim, isim benzerliğinden dolayı beni atmışlar, bugün farketmişler arayan insan kaynaklarıydı hemen işe gelmemi istiyor dedi. Büyük bir sevinçle sıçradı yerinden karısı ve sarıldılar, büyük bir çok şükürün ardından göz göze geldiklerinde gülümseyeceklerdi ki titreyerek bıraktı eşini adam. Ne oldu diye sordu karısı, neden asıldı yüzün? İç çekerek sordu karısına adam, ya benim yerime şu an atılan adam ya o, ya o dedi ve öylece susup kaldılar…
4 comments
Eksik lakin kötü degil. Cumleler uzerine calismalisin bence. Cok dusuk cumle var. Cogu yerde virgul eksikligindn kaynaklanan anlam karmaşasi var. Biraz daha betimleme calismalisin bence. Kurgu uzerine konusmayacagim Turkiyede 2000 yilinin insanini anlatmissin. O sancili kriz gunleri.. ellerine saglik aynen devam bi sonraki yazini bekliyorum
Yapıcı eleştirileriniz için çok teşekkür ederim, söylediklerinizi dikkate alacağım zaten benim de farkında olduğum hatalardan bahsetmişsiniz, daha fazla yazarak aşabileceğimi umuyorum..
Hikayenizi gerçekten beğendim. Hani şu herkesin anlayamayacağı işsizlik sıkıntısını çok iyi işlemişsiniz. Cümlelere gelince. Düşük cümlelere rastlamadım, hikayenize duygu katmak için devrik cümle kullanmayı tercih etmişsiniz. Devrik cümleleri azaltarak akıcılığı kolaylıkla sağlayabilirsiniz. İşsizlik sıkıntısını gösterdiğiniz için de bizzat teşekkür ederim. Durumu iyi olan gençlerin çoğu bu sıkıntıyı bilemez, bu parasızlığı bilemez. Hikayeler de burada devreye girer zaten. Görünmeyenleri göstermek ve insanların zihninde yeni yollar açmak. Bize de o yolları takip etmek düşer. Esen kalın. 🙂
çok teşekkür ederim, eleştirilerinizi dikkate alacağım. dediğiniz gibi hikayeler yaşamadan öğrenmemiz için vardorlar elimden geldiğince aktarmaya çalıştım.