30 Eylul 2013 günü…
Ankara, yazı uğurlamaya hazırlanıyor.
Hoş bir esinti. Gençlik Parkı’nda bir semaver çayın tadı çok başka. Havuzlar, ağaçlar, dinginlik. Her şey yerli yerinde. Birkaç saati orada geçiriyorum.
Daha sonra Ankara’nın Pir’ine ziyaret elzem. Hacı Bayram-ı Veli.
“N’oldu bu gönlüm? N’oldu bu gönlüm?
Derd-ü gam’ınla doldu bu gönlüm.
Yandı bu gönlüm, yandı bu gönlüm.
Yanmada derman buldu bu gönlüm!” diyen Hacı Bayram-ı Veli.
Farklı yerlerden ziyaretçileri var Pir’in. Kim bilir hangi adreslerden yazılı kırık mektuplar, gözyaşlarıyla imzalanarak bu muhterem ruhun hatrına sunuluyor Yüce Mevla’ya. Çocuklar, kadınlar, gençler, erkekler… Herkes bir yudum şifanın derdinde.
Biraz ötede kitapçılar, hediyelik eşya tüccarları ve benzeri ticarethaneler var.
Birkaç adım atıyorum.
Bir kitap alsam diyorum. Epeyce zamandır aradığım bir kitap. Bir hikmet ile… Ne hikmetse bir türlü Hatay’da ya da Van’da ulaşamadığım ve alınacağı yeri ve vakti bekleyen o kitap.
Hacı Bayram-ı Veli hz’nin yanındaki kitapçıdan aldığım Nazan Bekiroğlu’nun Cümle Kapısı…
Alıyorum kitabı. Çocuklar gibi şenim. Gülümsüyor kitap. İkimiz de yaşanacaklardan habersiz. O yazıldığından, ben okunduğumdan… Seyrediyoruz birbirimizi. Seyrediyor vakit bizi. Avuçlarımda tuttuğum, alt tarafı bir kitap değil. Arâf bir mecmuanın, zencefil serpilmiş tarifi. Acı ve şifalı. Hayat gibi.
***
8 Ekim akşamı… Evde çay içerken, 80 öncesinin Ankarası’nda bir sürgün öğrenci olan babama kitabın içinden bazı bölümler okuyorum:
“Siz sakın sanmayın el vurdu bana.
Öpmeye kalktığım el vurdu bana.”
Ozan Arif…
Ya da…
Yassıada hatıraları.
Yatıyoruz.
Bilmiyoruz. Biz sabah uyandığımızda, başka bir hayata uyanacağız. Biz sabah başka bir sabaha uyandığımızda, sabahları bitmiş bir babanın evladı olacağız.
O gece muhtemelen sabaha karşı babam Hakk’a yürüyor. Muhtemelen diyorum; çünkü uykuda vuslat olduğundan, saatini net olarak bilemiyorum.
***
Bir süre doğal olarak kitaba ara veriyorum. Zira olağanüstü bir hâl var. Hâlin içinde hâl var. Sessizliğin içinde ses var. Yolların üzerinde yol var.
***
Yaklaşık 2 ay sonra kitap tekrar elime geçiyor. Bir seyahatte yanıma alıyorum ve tekrar açıyorum kitabı:
Babalar ve Oğullar kısmından biraz önce kalmışım.
Diyor ki şair Cemal Süreyya tam da o kısımda:
Sizin hiç babanız öldü mü? Benim bir kere öldü. Kör oldum.
Aldılar, yıkadılar, götürdüler.
Hiç ummazdım babamdan. Kör oldum.
Son dünyalık konuşmalarımız bu kitaptan oluyor rahmetli babamla.
… ve okuyanlar bilir, kitap şöyle bitiyor:
Eğer beni okuyanla paylaşım isteği ve daha yakından tanışma beklentisinden değilse, defterimde kalan cümleden kurtulma isteğimden.
Bir şey değil, yeni bir şey söylemek için.
Cümle Kapısı.
Kapalı bir kapı aslında.
Nur’un babasına son cümlesi, esamenin ateşe düştüğü an. Kime nasıl anlatayım?
Arslan Karadayı