Martin HEİDEGGER şöyle tarif ediyor varoluşu! ‘’insan yaşama fırlayarak gelmiştir’’. Varoluşçuluk ya da ecnebi diliyle egzistansiyalizm bireyin deneyimlerini, bu deneyimlerin tekilliğini ve tekliğini (ben, sen, o) insan ve tabiatının temeli olarak gören felsefi akımdır. Özellikle 20. YY ikinci yarısı başların da birçok Avrupalı düşünürün rağbet ettiği felsefedir. Karl JASPERS, Jean-Paul SARTRE, Gabriel MARCEL, gibi düşünürlerin ve Albert CAMUS gibi yazarların etkilendiği varoluşçuluk bu yazı da felsefecilerin çerçevesi dışına alınıp edebiyatçılar ve özellikle Türk edebiyatının ‘’gamlı prensesi’’ Tezer ÖZLÜ üzerinden şekillenecektir. Kimdir Tezer ÖZLÜ? 1943 yılında Kütahya’da doğmuştur. Kendi dilin de doğumunu genetik devamlılık üzerinden değerlendirmek yerine şöyle betimlemiştir. ‘Bir ana ve babadan olma değilim. Bir yaban otu gibi Anadolu yaylasında bittim’. Esasen bu betimlemeyle bile açık olarak kendi varoluşsal bütünlüğünü aramaya çıkmış bir gezgin olacağını belirtmiş oldu. Anadolu toprağında bitmesi ile yaşam sürecinde bitmesi arasında ki kırk üç yılık serüvenin içerinde, genç yaşta intihara kalkışmalar, psikolojik bozukluklara bağlı tedavi süreçleri ve evliliklerinde istediği olamama arayışları doğduğu topraklardan uzaklaşmasına sebep midir bilemem. Kendi varoluşsal kaygısının herhangi bir kalıba sığmaması gerektiğini sözcükleriyle zihnimize vurması (mesela bir kocanın karısı, bir çocuğun annesi, bir aile bireyi gibi tutum alması) onun yazdığı eserlerinde ki kadınsı dik duruşu ve tüm otoritelere karşı oluşu belirgindir. Anlatımlarında sunulan, bahsedilen ne varsa kendisidir. Tüm aşkları, tutkuları, nefretleri kavgaları Tezer ÖZLÜ’ dür O kimseye ait olmadan yazmıştır. Kahramanı olduğu sözcüklerin esiridir de aynı zamanda. Açık sözlülüğü kendisinin de ‘küçük burjuva’ olmasına rağmen o sınıfa yaptığı (ki dolaylı olarak kendisine yaptığıdır) öldürücü darbeler ve toplumun nasıl olmasını istediği düşüncesini devletten toplumdan esirgemeyen yazardır Tezer ÖZLÜ. İlk okunduğun da içindeki melankolilerin çıkmazların da boğulduğunu ve okuyucuya ‘senin de boğulman gerekli çünkü yaşam boğucu’ dediğini hissettirir. Ve fakat haksız mıdır? Yaşam düşünüldüğü kadar bireyin elinde midir? Özgür müdür? Şöyle diyor Tezer ÖZLÜ
Düzen ve güven kadar ürkütücü bir şey yoktur. Hiçbir şey. Hiçbir korku… Aklım en acı olana, en derine, en sonsuza atmışsan korkma. Ne sessizlikten ne dolunaydan ne ölümlülükten ne ölümsüzlükten, ne seslerden, ne gün doğuşundan, ne gün batışından. Sakin ol. Öylece dur. Yaşamdan geç. Kentlerden geç. Sınırlan aş. Gülüşlerden geç. Anlamsız konuşmaları dinle, galerileri gez, kahvelere otur -artık hiçbir yerdesin.
Yaşanmışlıklarının verdiği görsel nüveleri kalemine yansıtması Türk edebiyatında çok okunan yazarlardan biri olmasıyla nesnelleşmiştir. Belki topluma olan o yıkıcı yaklaşımı onun varoluşsal bunalımlarının dışsal sebebi görünse de içinde bir yerler de onu yiyip bitiren yaşam kaygısı bunun ruhsal yansıması olabilir. Acılarından kurtulmak adına kabul ettiği psikolojik tedavi yöntemlerinin içinde elektriksel şok gibi uygulamaların olması üzerinde fazlaca durmamamız gereken acı tarifi değil de nedir? Kafka’ya olan hayranlığının ötesinde yaşam benzerliği şaşırtıcıdır. Babasıyla sadece Kafka’nın sorunumu var sanıyorsunuz? Özellikle Sarte, Camus gibi yazarların tüm eserlerini okuması içinde ki kaygının bir nebzede değişip evirilmesine sebep olmuş mudur hiçbir fikrim yok. Tamda her şeye uzaklaştığı dönem de bu yazarlarla ilgilenmesi belki de yabancılaşan benliğine veya yabancılaşan çevresine uyum arayışı olabilir. Şöyle diyor kendisinin ruhunda ki Camus’u izah ederken.
“Ve bana geceler yetmiyor. Günler yetmiyor. İnsan olmak yetmiyor. Sözcükler, diller yetmiyor.”
Sanırım bundan daha yalın bir ide yoktur.
Erden KIRAL ile evlendiğinde yirmi beş yaşlarındaydı. Bu evliliğin kendi varoluşsal arayışına aykırı olduğunu düşünmüş olmalı ki ‘Bu adamla, beni doktor ve kliniklerin eline bırakmasın diye evlendim. Evlenirken ondan tek isteğim bu oldu. Hastalanırsam evde kalmak, plaklarımla, kitaplarımla, sevdiğim bir iki eşyayla olmak ve çay içebilmek istiyordum.”Diye yazmıştır. O evlilikten bir kız çocuğu olan ÖZLÜ idam edilen Deniz GEZMİŞ anısına kızına Deniz adını takmıştır. Kendine kızması kendini bilme arayışında bulma arayışında onun rehberi olmuştur kanımca. Özeleştiri ile keskin toplumsal eleştiriyi bir arada götürmeyi bilen ÖZLÜ
Sizin düzeninizle, akıl anlayışınızla, namus anlayışınızla, başarı anlayışınızla bağdaşan hiçbir yönüm yok. Aranızda dolaşmak için giyiniyorum. Hem de iyi giyiniyorum. İyi giyinene iyi yer verdiğiniz için. Aranızda dolaşmak için çalışıyorum. İstediğimi çalışmama izin vermediğiniz için. İçgüdülerimi hiçbir işte uygulamama izin vermediğiniz için. Hiçbir caba harcamadan bunları yapabiliyorum, bir şey yapıldı sanıyorsunuz. Yaşamım boyunca içimi kemirttiniz. Evlerinizle. Okullarınızla. İş yerlerinizle. Özel ya da resmi kuruluşlarınızla içimi kemirttiniz. Ölmek istedim, dirilttiniz. Yazı yazmak istedim, aç kalırsın, dediniz. Aç kalmayı denedim, serum verdiniz. Delirdim, kafama elektrik verdiniz. Hiç aile olmayacak insanla bir araya geldim, gene aile olduk. Ben bütün bunların dışındayım.
Tezer ÖZLÜ kadın olmanın zor olduğunu, kadının yaşaması için kendi olmak yerine toplumda belirlenmiş normlara uymak ile şekillendiği belirterek hayli feminist yaklaşımlarda bulunmaktan çekinmemiştir. Ve buna sebep olarak evlilik yapıldığını düşünmüştür. Kadına varoluşunun bir erkek tarafından sunulduğu fikrine karşı şiddetle direnen bu söylemler eril düzene darbe değil de nedir? Sınıfsal olarak kendini bir küçük burjuva görselliğinde sunan Tezer ÖZLÜ en alasından sınıfsız bir kadındı. Kendisini ‘kendi’ olarak yaşamak adına sınırları aştı. Var olmak onun için kendi olmaktı. Kendi olmak arayışında çıktığı yolculuğunda birçok çeviri yapan milliyet sanat dergisine yazılar gönderen ÖZLÜ’nün 3 adet kitabı bulunmaktadır. Belki ona musallata olan kanserin içinde yarattığı derin sıkıntılara sebep ruh halinin bozulması kalemine yansımasının sebebidir. Almanca olarak yazdığı ‘yaşamın ucuna yolculuk’ dilimize öyle çevrildi. Kitabın orijinali ise ‘bir intiharın izinde’ dir. Ve kanser teşhisinden 1 yıl kadar sonra coğrafyamız dışında otel odasında aramızdan ayrıldı. Edebiyatımız da varoluşçu bir kuşak var sa ki var bu kuşağın en iyi kalemidir. Belki de yazıyı onun eserinden bir alıntıyla sonlandırmak doğru olacak. Acı ile…
Neden yazılır? Dünya acılı olduğu için yazılır. Duygular taştığı için yazılır. İnsanın kendi zavallılığından sıyrılması çok güç bir işlemdir. Ama insan bu, bir kez bu zavallılıktan sıyrılmaya görsün, o zaman yaşamı kendi egemenliği altına alabilir. İşte böylesi bir egemenlik, bir iki kişiye daha anlatmak için yazılır ya da kendi kendine kanıtlamak için. Çünkü insanın kişisel özgürlüğü, kendi dünyasına egemen olmasıyla başlar. Dünyasına egemen olan insan, acıları coşkuya, bunalımı yaratmaya, sevgisizliği sürekli aşka dönüştürebilir. Ben, dünyaya egemen olmayı edebiyatla öğrendim.
MEHMET YILDIZ