Sıradan bir akşamda ne olması gerekiyorsa onlar vardı, shotlar içildi, üzerine jager’ler atıldı, Beyoğlu’nun arka sokaklarında bir kaç tur atıldı, bir sigara sarıldı ve aynı ehemmiyetiyle yakıldı, üç kadın bi adam bir kaç tane mekan değiştirildi, hatta jübile olarak bizim işkembeci yerine Kiki’nin önünde gazeteciler eşliğinde Şeyma Subaşı ile karşılaşıldı, 2’nin tüm fonksiyonları hesap edilerek sarmaş dolaş Beyoğlu’na doğru yüründü, hiç yürümek istemediğim İstiklal Caddesi üzerinden bulanabilecek ilk araya kadar yüründü, yazacaklar toparlandı, eve gidip sevişilmeden önce fonksiyonel iki bira içildi, sevişilmeden uyundu.
– neden ki, benden hoşlanmadın mı ?
+ saçmalama, ben senin yerinde olsam kendimden başka hiç kimseden hoşlanmam.
– manyak olman gerekiyor o zaman, ne var evde?
+ ben varım..
– içecek olarak soruyorum.
+ dolap orada, ne istersen o var, bana da bir bira versene ?
– manyak olmalısın.
+ ben biraz düşünüp geleceğim.
yıllaaar yıllar önceydi, ”nedir bu Beyoğlu bilmecesi?” diye sormuştum kendi kendime. o yazıyı okumak isteyeler buradan ulaşabilirler. https://gencyazi.com/bir-kulturdur-beyoglu/
böyle artık sen de bodoslama giriyorsun İstiklal’den içeri, nerede naif kibar insanlar edebiyatı yapmayacağım tabiiki, benim tanıdığım Beyoğlu şimdi bir çok internet dizisine konu olan Pera değil.. üstelik tam tersine, benim tanıdığım Beyoğlu ilk başkaldırış, ilk isyan, ilk siyah t-hisirt, benim Beyoğlu’m 72’de özgürlük anıtında ölen binlerce can, Gezi’de çekilen isyan bayrağı, ihtişamlı ”taksim mosque’ye inat halit ağa camii’dir.”
neyse, nerede kalmıştık;
bodoslama herkes sağdan herkese inat sol’dan yürürken artık Türk göremiyorsun. Diyeceksin ki Yücelen zaten hiç Türk göremiyorduk, değişen çok bir şey olmamış, hayır tabiiki, eskiden en az 2 dil bilinen caddeye şuan sadece Arapça hakim, üstelik Laida tüm akrabalarını ve Yorgo amcayı toplayıp gideli yıllaar yıllar olmuş.. sadece bununla sınırlı da kalmamış üstelik, Türkiye Cumhuriyeti’nde yaşayan ne kadar Kürt vatandaşımız, kardeşimiz varsa, yolu ilk gurbete düştüğünde bi defa Beyoğlu’ndan geçer, ya da geçerdi daha gerçek bi cümle mi oluyor ?
ucuz işçilik üzerine sayfalar dolusu yazı yazıp Marx ve Engels’i anardım; fakat bunları duayenlerden okumak daha iyi, üstelik bu toplum o kadar faydacı ki, ucuz işçilikle 2500 tl verdiği bi toplumda yaşıyoruz.. Allah Suriyelileri başımıza getiren devlet erkanından razı olsun !
Önce Emek Sineması’nı kapattılar,
Sonra İnci Pastanesi’ni,
öncesinde caddenin sağını solunu kapatan gölgesinde dinlendiğimiz ve şimdiki gibi yapay olmayan Arnavut kaldırımları arasına sıkışmış gerçek, doğal, hani bildiğimiz 1780 kokan ağaçları, Mustafa Nüsha kokan ağaçları, kapitülasyonlardaki açılan elçilik binaları önündeki Arnuç ağacı..
sonra yavaş yavaş dokuyu sildiler, o Pera kokusu kalktı ortadan, özgürlüğü gitti caddenin önce, bi kaç sokak hariç senin benim gibi insanlar uğramaz oldu Beyoğlu’na.. Uğrasa da ilk sol’dan girer oldu, üstelik çok defa aynı fincanla cadde üzerinde yukarı aşağı yaparken dört fincan kahve tükettiğimiz yıllar.
hani bir bir kapanırken eşi dostu benzeri, son ayakta kalmaya çalışan sahaf, sahafçı Bilgin abi, ne kadar çok şairin kitabını elinden almıştı üstelik.. Ne Can Yücel’ler, ne Cemal Süreya’lar, ne Tomris Uyar’lar geçmişti o dükkanın önünden..
konuşulacak o kadar çok Beyoğlu var fakat ” Ahmet Ümit’e ” ayıp olmasın, nasıl bitiriyorduk;
”Halit Ağa Camii’nin az aşağısındaki San Antuan Kilise’sinin sokağındaki Neva Şalom Sinagogu’nun yanındaki barda bira içiyorum” Akşam üzeri eski Leman’da buluşuruz.. İyi Sabahlar..