YAZMAK
‘Dilimin sınırları dünyamın sınırlarıdır’ diyor filozof. Bir duyguyu, bir düşünceyi ifade etmek için başvurduğumuz dil kendi içinde belirli kural bütünlüğünde işlemektedir. Bura da dilin evrimsel ve sosyolojik kökenine yolculuk etmek niyetinde değiliz. Bahsetmek istediğim olgu dilin sembolleşmesi ve sembollerin yazıya dönmesi. Yazı da aynı dil gibi kurallar bütünlüğü içindedir. Günlük dilde kullandığımız sözcük sayısı ile esasen yazım dilinde de kullanacağımız sözcük sayısına gerekli malzemeyi sunmaktayız. Bu durum yazma konusunda sıkıntılı olduğunu ifade eden bireyin belirttiği temel çıkmazlarının başat etmenidir. Sebebi kendinden belli yazma sıkıntısını çözmek için evvela dilin zenginleşmesi gereklidir. Haliyle bu zenginliğin çoğalmasına sebep okumak tan geçmektedir. Basit bir matematik hesabıyla ortaya çıkacak tabloyu düşündüğümüz de ne demek istediğimiz açık ve seçik olarak anlaşılacaktır. Günlük yirmi beş sayfa okuyan bir kişi -ki yirmi beş sayfa okumak aşağı yukarı bir saat gibi bir süre eder- ayda yedi yüz elli yılda dokuz bin sayfa okumuş olur. Ortalama bir kitabın iki yüz elli sayfa ettiğini düşündüğümüz de bu yılda otuz altı kitap okumak demektir. Günlük olarak yaşamsal düzenimiz de neredeyse hiç bir anlam ifade etmeyen, bizi toplum sosyolojisinden, birey ve toplum uyumluluğundan uzaklaştıran ‘sosyal medya’ alanına ayrılan zamanın ortalama beş altı saat olduğu düşünüldüğünde kendimize, dilimize, yazım becerimize nasıl ket vurduğumuzu, örselediğimizi anlayabiliriz. Yazmak toplumsal iletişimin, toplumsal gelişimin ve insanı insan yapan düşünme, eyleme geçirme, akıl sahibi olma hakikatinin nesnelliğe en iyi yansıtılmış halidir. En eski yazıtlardan, felsefi eserlere, edebiyata kadar bildiğimiz duyduğumuz gördüğümüz okuduğumuz ne varsa özü içeriğiyle bizim öykümüzdür. İnsan öyküleriyle insandır. Günümüz toplumsal yapısını işgal eden sanal alan saldırısı bir yönüyle öykümüzü unutmamıza sebeptir. Yazın işlevsel bir varlıktır. Bu varlığın ne kadar kavramsal kaldığını düşünsek te ve haklı olsak ta onu realize edecek olan şey sanatsal boyutu değil midir? İşte yazın sanatı dedikleri budur. Realize etmek bir roman, bir hikaye, bir öykü, bir şiir tadında olduğun da(akademik anlamda düşünülen yazınsal eserler konumuzla ilgili değildir) topluma ve onun kolektif bilincine işlemekte nesillerden nesillere aktarılmaktadır. Sanatın gücü dedikleri budur. Toplumu iyiden güzelden yana değişip dönüştürme gücünün dilidir sanat. Dil ve yazım üzerine zihinlerini yoran birçok düşünür kendi kalıplarını sunarak belirli etkiler bırakmışlardır. Neden yazmalı? Sorusu ilkelleştikçe yeni bir soru niçin yazmalı? alana ağırlığını koydu. Lakin bu da yazım da sıkıntılar doğurmaya sanatsal kaygıların toplumsal değişime etki edip etmemesi veya bu etkinin gerekli olup olmaması tartışması gündem olunca nasıl yazmalı? Kurtarıcı olarak sahnedeki yerini aldı. Biz burada neden niçin ve nasıl üzerinden yola çıkarak dilbilimsel tespitler yapacak değiliz. Benim açımdan sanatın gücü birkaç satır yukarıda amaçsallığını belirtecek kadar net ifade edilmiştir. Şu gerçeği unutmayalım bir metin toplumsal içeriğe sahip olmak zorundadır. Sonuç şu oluyor ki neden niçin ve nasıl sorularının yazar tarafından sorulması kadar normal bir durum yoktur. Yazar içinde bulunduğu toplumsal yapının ürünüdür ve yazımı ise ürünün ürünüdür. Farkındaysanız yazmak için yazım için yukarıda ifade ettiklerimin içerisinde ‘cesaret’ asla kullanılmadı. Çoğu yazma heveslisi arkadaşın korktuğunu söylediğine kulaklarımla şahit oldum. Oysa kendisi ile kavga etmeyi bilen, kendi iç diyaloglarını kimi zaman sesli, kimi zaman sessiz yaşayan bu arkadaşların iç seslerini kayıt altına almaları ve kayıtları yazıya aktarmaları aktarılan yazıların gramer süzgecinden geçirilerek temize çekilmesi yazmak için basit bir adım neden olmasın? Kime sorsak söyledikleri şey şudur. Ben anlatsam roman olur. Anlatıcının kendisi olmasından cesaretle bahseden bu kişilerin yazıcının da kendisi olması noktasındaki en büyük eksikliği muhtemelen dilinin yetersizliğidir. İnsan düşünür ve düşler. Sözcükler zihninden akıp gider. Bir düşünce bir kez zihinde oluştuğunda, o düşüncenin yok olması imkansızdır der Freud. Demek ki zihnimiz düşünceler yığını ve karmakarışık. Yapılması gereken derlemek ve toparlamaktır. Bunun içinde yazım dilimizi zenginleştirecek okumalara ağırlık vermemiz gereklidir. Yazmak diyor yazar; yediğini kusmaktır. O halde kusma zamanı gelmiştir….
MEHMET YILDIZ