Daha sigaram bitmeden kasım çıkıp gitmişti. Oysa çayımın buharı üstünde demini yeni almıştı. Haber bile vermedi giderken. Doğrusu gelişinden de haberdar değildim. Darılıp gitmesinde tepeden tırnağa haklıydı. Hayattan soyutlanmış sadece nefes alarak yaşamımı genellikle dört duvar arasında sürdürüyordum. Yemek yiyordum, çay içiyordum ve bol bol uyumaya çaba gösteriyordum. Uykunun tutmadığı gecelerde yahut gece vari gündüzlerde boş caddelerde dolaşıp, ampülü patlak sokak lambalarının altından geçiyordum. Rüzgâr çehreme mızrak gibi çarpıyor, üşüyordum. Nefes alıp verdiğimde verememeyi umut ederken istemsizce verdiğim sırada burnumdan çıkan dumanı bir çocuk sevgisiyle seyrediyordum. Yürümekten yorulup otobüs durağına oturduğumda önümden alelacele geçen araba ve motorların manadan ne denli uzak olduğunu, aynı zamanda neden milyarlarla elde edilmeyen, benzin gerektirmeyen bisikletlerin eskitilmediğini düşünüyordum. Yolunu kaybetmiş, ne yöne gideceğini soran insanlara aynı hataya bir daha düşmemeleri için sordukları adresin tam tersini tarif ediyordum. Yürürken yolda rast geldiğim kuşlara selam veriyor, ürkek olmakla birlikte soğuktan titreyen köpeklerle oturup dertleşiyordum. Sokak sanatçılarının şarkılarına eşlik edip, dünyayı yakından, uzaktan ilgilendiren hadiselerden uzak duruyor ve politikaya hiç bulaşmıyordum. Kitap okuyor, müzik dinliyor, beste yapıp, şiir yazamıyordum. Bu sırada hayatıma giren insanların beni anlamayışından üzüntü, çıkıp gidişlerinden mutluluk duyuyordum. Tanrıya inanıyordum. Uğrunda yapılması gereken ibadetleri yapamaya elimden geldiğince çaba sarf ediyor, medet umuyordum. Bazı zamanlar kendimi öylesine kaptırıyordum ki kendimi tasavvufun göbeğinde hissediyordum. Bir lahzada ruh halimin değişmesine de engel olamıyordum. İnsanlar sayesinde gülerken ağlama, ağlarken kahkaha atma vasıflarını edinmiştim. Umutla tırmandığım koca dağın yerle bir olmasına aldırış edemeyecek kadar kabullenmiştim acıyı. Hatta kabullenmekten daha öte; benimsemiştim adeta. Fazla sürmedi, bir zaman sonra da ihtiraslı bir haz’a dönüşmüştü. Ayrıca üzerime ustaca tasarlanmış türlü entrikaların hatasız akışında figüranların olup bitenden habersiz olduğumu düşündüklerinde büyük yanılgılar içerisine girdiklerini yansıtmayıp, fiziksel yüzlerindeki sahte masumiyetin açığa çıkmadığı için duydukları haz’a şahit olmuştum. Başarmış görünüyorlardı. En azından aynaya baktıklarında bunu görüyorlardı. Oysaki kaybettiklerinin, uğruna feda ettiklerinden daha merhametli ve vicdanlı olduğunu ters düze geldiğinde anlayıp, neleri, ne gereksiz şeylerle değiş-tokuş yaptıklarını elem dolu bir günahla anımsayacaklar. Zihnimde saniyeler içinde buna benzer basit kuramlar perde perde geçivermişti. Sadece zaman geçirmek için de saçma sapan birkaç anıyı yaşamıştım içimde. Duraktaki metal oturaktan soğuk almış olmalıyım; burnum akmaya, sesim değişmeye başlamıştı. Dalmış otururken korna sesiyle irkilip 128 no’lu otobüsün durağa yanaştığını gördüm. Kapılar açıldı, her şey bitmişti. Bindim, arka koltuğa ilişip evin yolunu gözledim.
-Alelade-i Fevkalade