Tarihin eski sayfalarına baktığımızda en çok yanlış anlaşılmış belki de hiç anlaşılmamış konulardan biri, geçmiş zamanda kadın, kadının yeri ve görevleridir. Bunu farklı yüzyıllarda yazılmış edebi eserlerde görebiliriz. ‘Kadın’ın edebi eserlerde en çok konu alındığı yüzyılların başında ataerkilliğin zirve yapmış, kadın ile erkek arasındaki eşitsizlik oranının tavan yaptığı 18.ve 19. Yüzyıllardır.
İlk olarak, kadının yerini anlayabilmemiz için öncelikle dönem ve insan yaşantısı hakkında biraz bilgiye sahip olmamız gerekir. Kraliçe Victoria zamanı, ataerkilliğin ve insan hayatı üzerindeki etkilerini en net gözlemleyebileceğimiz zaman dilimlerinden birisidir. Dönemin insanlarının, daha spesifikleştirecek olursak, cinsiyetlerinin hayatlarını ne şekilde yaşayacaklarına, neyi yapıp neyi yapmayacaklarına kadar belirleyen, yazılı olmayan ve geçmişte belirlenmiş olan belli başlı kurallar vardır. Bu kuralları incelediğimizde ataerkilliği çok net bir şekilde görebiliriz. Örnek verecek olursak; para, güç ve en önemlisi akıl kullanılarak yapılacak her şey erkeğe atfedilmiştir. Bunun tam tersine kadınlara atfedilen görevler ise çocuk bakmak, ev işleri ile uğraşmak ve erkeğini, ya da sahibini mutlu etmekten ibarettir. Peki neden ?
Bu dönemlerde, bir nevi eve hapsolmuş kadının tersine, toplum içerisinde, sosyalleşen cinsiyet erkek olduğu için kadının kendini geliştirmesine pekte fırsat olmamıştır ve ne kadın ne de toplum kadının potansiyeli hakkında bilgi sahibi değildir.
Peki, bu dönemlerde çalışan kadın yok muydu? Tabii ki vardı. Fakat çalışan kadınların çoğunun mesleği hizmetçilikti. Bir nevi kendi evlerinde yaptıkları işi, başka evlerde para karşılığı yapıyorlardı. Fakat, yukarıda bahsettiğim bu toplumsal kurallar ve önyargılar, kadının kendini geliştirmesine engel olmuştur ve engel olmakla kalmayıp onları eve hapsetmiştir.
Bu dönemde yazılan bir çok edebi eserde bu kuralların, ataerkilliğin, cinsiyet rollerinin ve eşitsizliğin izlerini görebiliriz.
Simge Bingöl’ e sonsuz teşekkürler..