Çocuklar donmamış beton gibidir, üzerine ne düşse iz bırakır.’ (Haim Jinott)
Bazı zamanlarda duyduklarımız karşısında donar kalırız. (Sunay Akın’ı dinlerken tam da öyle hissettim.) Sunay Akın o gün; “Hemen yanımızdaki odada Hitler iktidara geliyor ve hemen savaş oyuncakları yaparak çocukların oyunlarını işgal ediyor. Tarihçiler İkinci Dünya Savaşı’nın 1 Eylül 1939 günü Alman ordularının Polonya’yı işgaliyle başladığını yazarlar ama bu yanlıştır. İkinci Dünya savaşı fiilen 1933’te müzemizde de sergilenen Hitler’in savaş oyuncaklar ile çocukların hayallerini ve oyunlarını işgaliyle başlar. 1933 yılında savaş yoktu ama oyuncaklar geleceğin habercisiydi. Çocuğun önüne ne koyarsan o gerçek olur. 1933’te o çocukların önlerine konulanlar 1940’lı yılları gösteriyordu.” dedi. Ben de bi anlığına olsa düşünce anlamında dondum kaldım. Hiç bir şey düşünemedim. İkinci Dünya Savaşı’nın oyuncaklarda başlaması… İlk duyduğunuzda gerçekten buz gibi bir düşünce. (Bugün o savaşı çocukların zihninde başlatan ve gerçekleştiren oyuncak fabrikası, oyuncak üretmeye devam ediyor. (araştırın!)) Peki, bugüne baktığınızda gördüğünüz nedir…? Günümüz hangi oyuncakların gölgesinde yeşerdi sizce…? Oyuncak değil bu kez, 1900’lerde başlayan çizgi filmler! Bizler de 1990’ların başında çizgi filmler ile büyümeye başlamadık mı?
Sizi bilmem ama 1990 ve sonrasında doğan bizler Pokemon başladığında en sevdiğimiz oyuncak bi kenarda televizyonun başına kurulduk hemen. Richie Rich bize paranın ne kadar da güzel bir şey olduğunu öğretti! Cedric vardı! Kimseye derdini anlatamayan… Aslan Kral, Ninja Kaplumbağalar, Arı Maya, Taş Devri, Jetgiller, Winnie the Pooh ve ismini unuttuğum pek çoğu… Bunlar bizi eğiten! ve şekillendiren! çizgi filmlerdi. Can Dündar’ın eleştirisi doğru, “Tom ve Jerry’i ekrana sürerken, belki de şiddete sevimli bir maske giydirmiş ve çocukların bilinçaltına işlemiş oluyoruz.”
Oyuncaklar ve çizgi filmler yeni bir nesil oluşturmak için propaganda aracı olarak kullanılmadı mı dersiniz! Tarihe iyi bakın Amerika’nın özellikle Walt Disney karakterleriyle yaratmak istediği etkiyi Almanya fark etmiş olmalı ki Anti-Amerikan propagandası yapan çizgi filmler üretti. 2. Dünya Savaşı döneminde, işini, gücünü, savaşı bıraktı bununla uğraştı. Neden mi? İşte bu güzel bir soru. Sorulması gereken. Toplumun büyük bir kısmı, özellikle yeni nesil okuma yazma bilmezken onları hangi propaganda etkileyebilir ki? Cevap Lennin’den “Bütünsel olarak okuma yazma bilmeyen ve periferide ikamet eden herhangi bir normal Sovyet yurttaşının anlamakta zorlanacağı birçok devrimci/sosyalist/komünist düşünceyi iletmenin en emin yolu yine propaganda ile mümkündür” Propaganda her şey demekti. Çizgi filmler de bir araç.
Şiddeti kimden öğrendik hiç düşündünüz mü? Dorfman-Mattelart, üçüncü dünya ülkelerinin gelişmiş ülkelere ekonomik ve kültürel bağımlılıklarını sürdürmelerini olumlayan iletiler bulunduğunu söyleyerek, Walt Disney’i yayılımcı ideolojinin savunucusu olarak tanımlar. Disney’in çizgi filmlerinde belli düşünce ve yaşam biçimlerinin olduğu görülür. Varyemez Amca’da sık sık seyredilen serüven şudur: zengin olmak için çok çalışmak, aklını kullanmak, bireyci olmak, kimseye güvenmemek, mülkiyeti hırsızlara farklı bir deyişle mülkü olmayanlara karşı korumak vs. Tabii ki yeğenlere sahip olmak, yani aile gereksinimi… Özetle Varyemez Amca Walt Disney’in kendisi, yeğenleri de çalışanlarını göstermektedir. Başka bir deyişle kapitalizmin değerlerini öven söylemleri ön plana çıkarır.
Süpermen! O Amerikadır. 1933 yıllarında Ohio’lu iki gencin yarattığı kahraman “adalet ve gerçeğin savunucusu” olur. 2. Dünya Savaşı ile birlikte güvenlik kuvvetlerinin tarafına geçerek önemli bir değişime uğrar. Böylece “yasaların ve düzenin savunucusu” olarak Amerika’nın yıkılamayacağı tezini işler. Ufak meselelerle uğraşmaz, tüm insanlığı ilgilendiren sorunlarla boğuşur ve o sorunların üstesinden gelir. Sonuç; dünya kurtulur. O olmasa, dünya berbat ve kötü bir yer olmaktan asla kurtulamazdı. Tüm insanlığın kafasına, Amerika yıkılmaz tezi böyle böyle işlendi. Süpermen’i üreten bir toplumun, dünyada terörü önlemek için Irak’ı işgal etmesi pek garipsenmemeli. Maalesef farkında değiliz ama çocuklarımızın da kafaları bu zırvalarla dolu…
YOKSA AMERİKA NEDEN YASAKLASIN Kİ!
Bunlara karşılık; Şirinler de o kadar masum değildi! Hepimizin hayal ettiği/ettirilmek istendiği bir yaşam vardı orada. Çizerinin komünist olması nedeniyle filmde de komünizm propagandası yaptığından, Şirin babanın kırmızı şapkası, Karl Marx’ı andıran sakal yapısından, Şirin Köy’de hiçbir mabet veya tapınağın olmayışından, Şirinlerin düşmanı olan Gargamel’in papaz cübbesi giyerek, dini sembolize ettiği ve devamlı şirinleri yemek istemesinden dolayı Amerika’ya, kedisi Azman’ın da İngiltere’ye benzetilmesinden bahsetmek değil derdim. Öyle ki çizgi filmlerin çocuklar üzerinde bu kadar etkili olduğunu gören ülkeler bu önlemi çoktan aldı zaten. Amerika yoksa neden yasaklansın ki Şirinleri!
Hepsi mi kötüydü peki! Kötü demek doğru değil aslında. Propaganda aracı olarak kullanılmadılar değil! Güzel örnek hiç mi yok. Çok iyi işler de var. Japonlar’da! Onlar için çocukların bilinçli yetişmesi çok önemli. Onlar, anime diye bir şey yarattı. Manga’nın animasyon hali. Japonya’da hala bir çizgi filmin önce mangası basılır. Çocuklar her şeyden önce okur! Sonra animesi yayınlanır. Bunu neden yaptıkları çok basit! Animeler de öyle basit çizgi filmler değildir. Animelere genel olarak baktığınızda karakterler, olaylar çoğunlukla gerçektir! Hayallerinden vazgeçmemeyi öğretir. Japonya’nın tarihi, günümüzdeki diplomatik ilişkileri, doğru olan nedir, yanlış olan nedir, hatadan nasıl dönülür her şey işlenir. Çocuklara özel…! Onlara salakmış gibi değil de bir bireymiş gibi davranarak.
Örnek mi? Örneğin Kaptan Tsubasa, ya da ülkemizde yayınlanan ismiyle, Küçük Golcü, futbolu çok seven ve bir gün Japonya adına Dünya Kupasını kazanmak isteyen Tsubasa Oozora isimli gencin futbol macerasını konu edinir. Tsubasa şimdi bile 90’lı yıllarda çocuk olan kız erkek herkese futbol sevgisini aşılayan çok sevimli ve hırslı bir karakterdir. Daha güzel bir örnek ise Naruto’dur. Naruto aslında çocuklara bir yandan da Japonya tarihini öğretir. Altı yolun sannininden bahsedilir Naruto’da. Bu rahip, efsanevi sennin dünyadaki savaşları bitirmek için ninjutsu öğretmeye başlar ve dünyayı dolaşır. Aslında ninjalığın kurucusu kabul edilen bundan 800 yıl önce Japonya bağımsız pek çok eyaletten oluşurken ve sürekli savaşlar varken ortaya çıkan Kain Doshi’dir. Kendisi Iga bölgesinin dumanla kaplı tepelerinden gelen bir rahiptir. O yeni bir savaş sanatı oluşturur, vücudu ve ruhu kullanmanın daha farklı bir yolunu bulur. Öğretileri yayılır ama tarihte ninjaların da katıldığı pek çok savaş olur. Naruto’nun sonuna geçersek eğer Japon tarihinde bağımsız eyaletlerin birleştirilerek barışın sağlanmasında ninjalar çok önemli rol oynamışlardır. Bu savaş animenin bölümlerinde işlenir. (Tensho Iga no Ran savaşı).
Naruto’nun bir bölümünde ise köyün gelişmesi için yapılan köprü yıkılmak istenir. Bu tarihte de yaşanmıştır. Amerika o köprüyü yıkmak isteyerek, Japonya’nın ticari gelişimine taş koymak ister. Bunu çocuğa anlatmanın ne gibi bir yararı olabilir ki!
Bizde mi? Biz de bunların hepsi bir aradaydı. Kendimize ait bir çizgi film kültürümüz hiç olmadı. (En azından benim gördüğüm) Çoğu konu gibi buna da pek önem verilmedi. Ülkemize gelen çizgi filmlerin bence hiçbiri incelenmedi bile. Çizgi filmden ne zarar gelebilirdi ki! Heee bi ara Pokemon yasaklanmıştı sahi! Güzel bir örnekte şudur ki 1994 yılında Türkiye pazarında en çok bilet sattıran ve ilk sırada yer alan Aslan Kral’da da; yönetimin babadan oğula geçen, cinsiyet ayrımcılığını haklılaştıran, eşitlikçi olamayan demokrasi karşıtı bir ideolojinin verildiği görülmektedir. Bugünü anlatmıyor mu sizce?
Güzel bir bilgi daha; Çocuklar üzerinde yapılan bir araştırmaya göre, üzerinde çizgi film kahramanlarının resmi olan kahvaltılık tahıl ürünleri daha lezzetli ve daha sağlıklı buldukları kaydedildi. Önemli olan çocukları kandırmaları değil, onlar o karakterlere zamanında inandılar, artık çok geç, önemli olan bu pazarlama yöntemi kullanılan ürünlerin gerçekten sağlıklı olup olmadığı?
Söylemek istediklerimi daha iyi anlamanız için bir eğitim metodu hatırlıyorum. İngiltere’de bir anne-baba okulunda “yetişkin özrü”nü tedavi etmek için ilginç bir eğitim metoduna başvurulur: Özel bir çocuk odası düzenlenir ve odadaki tüm eşyalar üç dört kat büyük yapılmıştır. Böylece anne baba adayların en azından fiziksel olarak çocuklarının gözünden dünyaya bakma alışkanlığı kazandırılmaya çalışılır. Çocuk günlük yaşantısında ne tür zorluklar yaşayabilir, emeklemeye başladığında neler onun için bir engele dönüşür, neler onu korkutabilir, vs… Biz de buna benzer bir metodu çizgi filmler için yapalım. Siz de eminim çizgi filmlerle büyüdünüz ama eskilere giderek (1990’ların başına mesela) Walt Disney’den bir çizgi film, bir anime ve bir de bulabilirseniz bizden bir şeyler izleyin! Belki görebilirsiniz çocukların neden bu kadar içine kapandığını, korktuğunu, neden şiddete başvurduklarını, cinsiyet ayrımcalığındaki bu keskin çizginin nedenini! O zaman anlarsınız bugün hangi tarihin etkisinde. Bugün bir de Pepee’yi izleyin.! Sonra yarını hayal edin! 3. Dünya Savaşını başlatmayız merak etmeyin. Pepee ile o bile mümkün değil!
Unutmadan, son olarak, “Güç bende artık!”
onurozdemirr.wordpress.com