Küçüklüğümüzden beri bazı oyunlarda dile getirdimiz bir söz vardır hani “ aldım verdim ben seni yendim” ile başlayan ve “alamazsın veremezsin sen beni yenemezsin” halinde süregelen. İşte bu sözü söylediğimiz andan itibaren almak-vermek terimleri ile tanışıp belleğimize kaydediyoruz. Kaydediyoruz kaydetmemize de bu kelimeleri nasıl veya hangi şekillerde algıladığımız muamma.
Almak-vermek terimlerinden kastım alıcılık ve de vericilik. Peki nedir alıcılık ve de vericilik derseniz eğer önce kendi tabirimi daha sonra da halk tarafından yapılan tabir ve de bilinen anlamlarını tartışmak ve belki de nihai olarak sizlere birer çözüm ışığı sunmak istiyorum.
Hazırsanız eğer başlayabiliriz.
Öncelikle alıcı ve verici karakterler diye bir ayrım yaptım ki bu karakter ayrımları agresif-pasifinden tutun hırçın-sakin, suratsız-güleryüzlü vs gibi bir çok şablonla şekillenebilir. O tarz şablonlara da başka yazımda değinmek isterim. Gelelim alıcı karakterimize bu karakterimiz kendini birer Osmanlı padişahı veya beyaz atlı prens, güzeller güzeli rapunzel veya hiç büyümeyen bir çocuk veya ilahi bir varlık olarak çoktan ilan etmiş ve ilan ettiği bu namını da duyurmaktan hayatta çekinmeyen biridir. Karşısındaki insanı daha çok ona yardımcı olabilecek, istediği her zaman danışabileceği ama karşısındaki insanın ona her zaman danışamayacağı sınırda ve seviyede görürken karşısındaki insandan da hep bir “beklenti” içindedir.
Peki nedir bu beklentiler derseniz, beklenti denilen kavramın dibi gözükmeyen bir denizden çok daha derin ve de yüzeysel bir kavram olduğunu söyleyebilirim. Derindir çünkü beklentiler en ufak detaydan tutun en düşünülemeyecek ve akla gelmeyecek ayrıntıya kadar uzanabilir. Eee yelpazesi bu kadar genilş bir alanı sınırlayamayacağınızdan ve de karşınızdaki insanı iyicene tanımadan –ki bazen tanısanız bile zor- algılayamayacağınızdan beklentilerin yüzeysel gözükmesi de oldukça olası olacaktır.
Alıcı insan işte bu derin ve yüzeysel beklentilerini karşısındaki insanın anında kavrayıp ona vermesini ister. Burada da en başta değindiğimiz “yardım” kelimesine geri dönebiliriz ve diyebiliriz ki alıcı insan kendi hayal ve beklentilerini gerçekleştirmek ve de egosunu sabit tutmak adına yardımcı bir başka insan arayan ve mütemadiyen medet umandır.
Gel gelelim verici insana. Verici insan lokum gibidir, bakınca yumuşak tadınca ise eşsiz ve de paha biçilemez. En öncelikli olarak karakter sahibidir verici insanımız çünkü karşısındaki insana bir şeyler verebilmek, katabilmek adına önce kendini tanımış, zaman zaman sorgulamış ve yeri geldiğinde de geçmiş ve gelecek arasındaki köprüyü yıkabildiği gibi kurmasını da bilmiştir. Kısacası gücünü egosundan elbet alır almasına ama egosu ne düşmanıdır ne dostu, ne de elini tuttuğu ya da sırt çevirdiği sıradan bir arkadaşıdır. Egosunun ona ektiği,biçtiği her şeyi karşısındaki insana da aynen aktarabilmek, aktardıkça da karşısındaki insanın değişimini izlemek ister. Bu değişimi izlemek rahat bir koltukta sinema izlemek kadar keyifli ve bir o kadar da tatmin edici olacaktır.
Unutulan bir noktaya değinilmek gerekirse ise hemen hemen her insanın kendini “verici” sanmasıdır. İşte bu noktada halk tabirleri ortaya çıkar ve günlük hayatımızda hep şu tarz cümleler duyarız ve eğer duymadıysak da kalan hayatımızda elbet duyacağız;
- Arkadaşlığımıza önem vermedi, beni dinlemedi.
- İlişkimde hep ben önenseyen veya değer veren taraftım.
- Ne yapsam kabullendiremedim veya beğendiremedim.
- Beni mutlu etmek bu kadar zor değildi.
- Eksik veya yanlış bir şey istemedim.
- Hatalıydı.
- İlk terk eden aramayan oydu.
Bu liste daha sabaha kadar uzatılabilir ama şimdilik sizin olayı az biraz kavrayabilmeniz ve belki de yazının sonunda bana hak verip kendinize dönüp bakabilmeniz için şu anlık yeterli kıvamda.
Teker taker bu ve benzeri cümleleri inceleyip açıklamayacağım fakat genel olarak cümlelerin ortak yanlarına baktığımızda görünen o ince detayı açıklayacağım ki alıcı mısınız verici misiniz anlayalım.
Alıcıysanız eğer bu cümleleri hayatınızın illa bir alanında kullandınız ve belki de hala kullanıp sık sık tekrar ediyorsunuz. Karşınızdaki insandan medet umup kendinizi üstün görüp “hep bana hep bana nah sana” mantığı ile yaşıyorsunuz ve bu sebeple de hep ama hep mutsuz ve de olumsuzsunuz çünkü arkadaşlık ilişkileriniz fena, duygusal ilişkilerinizde bir çıkar yol bulunmuyor veya iş hayatınızda hep başarısızlıklar elde edip duruyorsunuz.
Şu an bu yazıyı okurken evet bunları yazmak söylemek kolay ama bunu tersine çevirmek nasıl ve ne şekilde mümkün,uygulamada görelim der gibisiniz, hissedebiliyorum.
Eğer bu noktadaysanız ve alıcı olduğunuzu kavradıysanız yapmanız gereken ilk şey alıcı-verici arasındaki dengeyi kurabilmekle başlayacaktır. Hani demin verici olmak iyi alıcı olmak kötü diye bir algı yarattım ya işte o noktada durup bunların arasında tartım yapabilmek olacak. En basitinden yüzde 50 60 oranında verici olup yüzde 30 40 oranında verici olabilirseniz insanlarla ister arkadaşlık ister duygusal bir bağ ister iş veya o bu şu çapında bir kademe atladığınızı ve saygınlığınızı kazandığınızı değerinizin de verdikçe doğru orantılı olarak arttığını göreceksiniz.
Verici olmanın oranı çok diyip gözünüzde büyütmeyin, unutmayın ki sizin karşınızdaki insana bir şeyler verip onun hayatında küçükten büyüğü değişimler ve farkındalıklar yaratabilmeniz için hali hazırda kendi karakterinizi tanıyıp kendi hayat tecrübeleriniz ve bilgilerinize inanıp vermenin doyumsuz tadını tatmanız gerekir.
Kısacası siz verici olurken kendinizden ödün vermiyorsunuz aksine kendinizi değerleştirip saygınlaştırıyorsunuz. Lakin sakın ola ki bunu enayilik olarak da algılamayın. “Vay ben ona çok şey kattım ama o düz duvar veya beton” diyorsanız da orada durmasını bilin çünkü bilin ki zamanınız değerli ve de birine vermek yani verici olabilmek için de algıları açık, zihni berrak ve de potansiyeli olanlara yönelmeniz en sağlıklısı olacaktır.
Şimdi sıra sizde bildiğiniz bilmeceyi az biraz değiştirip “ aldım verdim daha çok verdim beraber yendik” diyene kadar da devam…