- Almanya’nın Lübeck şehrine iş için gidip birkaç ay akrabalarının yanında kaldıktan sonra Haziran ayının sonuncu gününde memleketi Hatay’a ayak basan Sinan, turizm şirketinin servisiyle önce otogara sonra da başka bir servisle evine yakın olan Dörtyol Fulya Market Durağına gidecekti. Otogara ulaştıklarında diğer servisin yarım saat sonra geleceğini söyleyen turizm şirketinin vurdumduymaz şoförü, yolcuları otogara bırakıp eşyalar konusunda yardımcı olmadan oradan hemen uzaklaşmıştı. Neredeyse susuzluktan ölecekti Sinan. Tam üç saattir de İskenderun arabalarını beklemekten ne halinde derman kalmış ne de ruhunda sabır. Yorgunluğu da uykusuzluğu da artık son raddeye geldiğinden orada bulunan çay ocakları, büfelere gidip bir şişe su almayı bile akıl edememişti. Pantolonunun cebinden havaalanının girişinde düşürüp kırılan eski model telefonuna baktı. Anacığını arayıp haber de edemezdi bu durumda. Çaresizliği bir kez daha dillendi içinde. Geri dönüşte getirdiği bir çuvala yakın giysi ve eşyanın üzerinde ‘Sinan Kabaklı’ yazan bavuluna oturmuş başını iki elinin arasına almış Turizm şirketinin sözde ayarlamış olduğu servis aracını bekliyordu. Yanına saçları artık beyazlığını da yitirmiş üzerine samandan da sarı tüyler belirmiş saçlarıyla bir ihtiyar geldi. İçi yarıya kadar boşalmış olan pazar arabasında buzlarının henüz tam erimediği otuza yakın su vardı. ‘Kardelen Kaynak Suyu’…
Elinde ‘Soğuuuuk Suuuu!’’ diye avaz avaz bağırıp naralar atan bu ihtiyar bir tanesi tamamen erimeye yüz tutmuş su şişesini kafasını elleriyle sarpa saran Sinan’ın kollarına ‘şişşşt’ diyerek dokundurdu. Serinlediğini aniden fark eden etrafından bihaber Sinan vücudundaki ısı değişiminden kaynaklanan titremeyle kafasını kaldırıp tepesinde beliriveren sucuya baktı. Dalgın olduğunu fark ettiği bu yol yorgunu gence bir şişe su uzattı. Hatay’ın kavurucu sıcağına güneşin altında ısrarla direnen bu gence bu suyu satmaya niyetlenmişti anlaşılan.
‘’Su alır mısın kardeş?’’ dedi. Yolculuğun onda bıraktığı miskinlik ve halsizlikten su almayı bile akıl edememişti. ‘’Vallah ver abey iki tane’’ dedi. Pazar arabasının içine daldırdı ellerini sucu amca, buzları iyice eriyen su şişelerini arıyordu elleri. Yarısına kadar erimiş olan iki tane su şişesini çıkarıp verdikten sonra kendisine uzatılan 2 lirayı alıp para üstü vermeden ‘’Bereket versin’’ diyerek otogarın etrafında naralarını atmaya devam etti. ‘’Suuuuuu , Soğuuuuk Suuu’’
Bir şişe suyu ağzına götürüp tek seferde nefessiz bir şekilde çekti içine. O andan itibaren Sinan’daki ağız ferahlığı ve böbreklerinin bayram havası yaşadığı kuşkusuzdu. Bir tanesiyle yetinmeyip diğerini de bayram eden midesine ilave etti. Rahatladı birazcık. Cebinden ona yol boyunca yardımcı olan kurtarıcı yarı nemli mendilini alıp alnında biriken teri güzelce sildi. Biraz daha rahatladı. İç geçirdi derinden ‘’Ulan ne insafsız ne vicdansız turizm şirketiymiş. Biraz aklım olaydı da iki kuruş fazla verip ‘GAlipJet’le geleydim.’’ Diye içinden sitemler edip yüz ifadesine de yansıtmıştı bunu gayrı ihtiyari. Ellerinde biletlerle otobüs logosun olduğu bir yer arayan bir grup gençte Sinan’ın bu yarı öfkeli yarı çaresiz mimiklerine takıldı gayrı ihtiyari! Yüzündeki belli belli belirsiz ancak fark edilir ölçüdeki öfkeyi üzerine alınan gençlerden en iri yarı olanı ‘’ Hayırdır kardeş, birine mi benzettin?’’ diye merakını giderme ihtiyacı hissetti. Ancak bu kuru kuru bir merak gibi değildi. Sinan’ın yanına yaklaştı gözdağı verircesine. Öfkesinin sadece turizm şirketine olduğunu bilmedikleri aşikârdı. Yoksa bu gençteki niyeti idrak edemeyecek kadar da aceleleri vardı öte yandan. Sinan yorgunluğun ve halsizliğin etkisiyle olacak ki gençleri bir an önce oradan uzaklaştırma çabasındaydı. Buranın bu gergin atmosferine son verme niyetindeydi. Nitekim kendisi fazlasıyla iyi niyetliydi. Tenini yakıp kavuran bu güneşe teslim olmayı ve sessiz kalıp bu kendini bilmez asabi genci utandırmayı yeğledi. Bu iri yarı arkadaşın yanındaki uzun orta yaşlarda ve zayıf olanı diğerlerine nazaran fazla aceleci ve pinpirikliydi. Sinan’a fırsat vermedi. Arkadaşlarının kollarından çekiştirip otobüse yetişmeleri gerektiğini konusunda onları uyarmakta gecikmedi. ‘’İbo bırakın şimdi adamcağızı da otobüsün hangi peronda beklediğini öğrenelim şuradan. Hadi… Hadi!’’
Sinan aceleyle giden gençlere (özellikle de iri yarı ve kavgaya mahal verene) iki çift laf edip kendi derdinde olan gariban bir adam olduğunu anlatmasına lüzum kalmamıştı. Bir beladan kurtulmuş olmanın verdiği rahatlıkla beraber öte yandan içten içe sitemlerine devam ediyordu. Derken otogara üç saatte bir uğrayan İskenderun mahalle minibüsü oturduğu Otogar Durağında duruverdi. Elini yerden kaldırıp hemen seslendi şoföre. ‘Dörtyol Fulya Market’ten geçer misen abeeem?’’
Bu minibüs hatlarının yeni / bıçkın/ delikanlı/ pala bıyıklı şoförü Rıdvan hafif sağa dönüp bıyıklarına doğru üfüre üfüre ‘’Gider, gider. Geç çabuk’’ Sinan hızlıca bavulunu yerden kaldırdığı gibi minibüse atladı. Daha da rahatladı. Selam verip arkadaki dörtlü koltukların bir öndekine oturup soluklandı güzelce. İndikten sonra yol parası vermek adettendi burada!
Güzelce yaslandı koltuğuna ‘’Ohh be, dünya varmış!’’ dedi. Mevcuttaki yaşamını sürdürmüş olduğu gezegenin kulaklarını çınlatırcasına tekrarladı. Aslında bu gezegende iyi ve kötü yaşanan her şeyin bir sebebiyeti olduğunu anımsadı. Ellerini iki yana açıp gerildi ve koltuğun arka demir tutacağına koydu kollarını. Tüm yorgunluklarını iyice germek ister gibi uzattı ayaklarını. Oldukça ekşi ve rutubetli kokan bu minibüs Sinan için çöl ortasında serap olmuştu adeta. Zira kendisi bu kavuran sıcağa bedeni ve sabrıyla meydan okumuştu.
Birkaç dakika içerisinde sallanan minibüste rutubetten ziyade yağ ve bir takım motor kokusuyla da bütünleşip kötü bir hava girmişti içeriye. Rahatlığının bozulmasına sebebiyet veren bu koku ve hâlâ sallanmakta olan minibüs onun moralini de bozmak için yeterliydi. Evde anacığının onu dört gözle beklediğini biliyordu. Şimdi servis fiyaskosundan sonra nereden çıkmıştı bu aksilik…
Şoför anlaşılan minibüsün motor bakım zamanını geciktirmiş olacaktı ki arabayı yolcuların sıkça inip bindiği bir durakta sağa çekti. Yolcular şaşkın şaşkın şoföre bakarken bir yandan da arabada mahsur kalma düşüncelerinden kendilerini alıkoyamamışlardı. Sinan bir kahramanlık yapıp şoför kaputun altında motorla ilgilenirken farkında olmadan yolcuları da galeyana getirmişti.
Bu süper kahramanlığın ona bir şey kazandırıp kazandırmayacağı belki ama artık sitemlerini içinde tutamayacak kadar canı sıkılmıştı. Farkında olmadan bir kahramanlık yapmıştı öte yandan. Diğer yolculular gibi şaşkınlıkla şoförün tam olarak ne yaptığını anlamaya çalışırken söylendi kafasını kaşıyarak, “Bozuldu kessin. Kesin bozuldu vallah. Ahh ben de şans olaydı… Bu araba daha da burada kalır. ” Söylediklerine kulak misafiri olup bulundukları duraktan söylene söylene indi Sinan dışındaki diğer yolcular. Hem sitem edip hem evine gitme hevesiyle yanıp tutuşan mahdur olan bu genç yolcuların arkasından bakakaldi. Kaputun içerisinden henüz kafasını çıkarmamış olan pala bıyıklı şoför yolcuların indiğinden bihaber arızalı olduğundan şüphe ettiği motoru kurcalayip durdu. Nihayet Sinan da tek başına kaldığı minibüsün içerisinden merakla inip dakikalardır kaputtan kafasını çıkarmayan “Kaytanca” lakaplı şoförün yanına kadar geldi. Beyin hücrelerinin ayna nöronları aktif bir şekilde işliyordu belki de; kafasını kaputun aşağısına şoförün göz hizasına kadar getirdi. Aynı anda garipseyen ve anlamsız bir şekilde Sinan’ı süzen şoför alnına yapışan motor yağının tiksintiyle eşdeğer gördüğü bu harekete bakışlarıyla cevap verdi adeta. Ardından sözüne de dahil etti bakışlarını tercüme edercesine. “Ne işin var be burada! ”
“Yolcular alelacele inince merak ettim, bakayım dedim kardaş. Hem anam bekliyor beni dört gözle. Çalıştır arabayı da gideh hemencecik” Sinanın kendinden emin olan bu cevapları Kaytanca’yı motor yağından da öte öfkelendirmişti. “Yahuu geç içeri. Yol paralarını alıp indireceğim sizi…”
Cümlesini henüz tamamlamamış olan şoförün gözleri boş olan minibüsün içerisinde seyre geçince gözbebeklerindeki büyüme öfkesinin arttığına da işaret vermişti. Sinan tuhaf bir şekilde özgüven hissiyatını bakışlarında ve sözlerinde sabitlemişti. Bu bakışlarına ve minibüsün boşluğunu Sinan’dan çıkaracağını düşünen pala bıyıklı yanılmıştı. Elleriyle sarstı ve eline geçecek yol paralarının hesabını sordu. “Nerede yolcular. Sen mı indirdin? Haniii… Gitti benzin parası… Yine cebimden mi çıkacak. Ulan 20 kişi vardı en az.. Ne diye inince alıyorum ki. İnan olsun bir dahakine peşin alacam bak! Heee… Sen vereceksin. Kurtuluşun yok. Madem yolculara dur demedin, madem bir sen kaldın… Ver oradan 30 lira!”
Üstündeki bitkinlik ve miskinlik her ne kadar Sinan’a acıma duygusunu katmış olsa da niyetinden hiç şaşmayıp kendinden taviz vermeden içten pazarlıkçı şoförü ve iç benliğini de şaşırttı. Acelesi olsa da yolu uzun olsa da bu şoföre haddini bildirip aklının kestirmesini kullandı.
“Al sana 1 lira 25 kuruş”
Beklediğini alamayıp iyice öfkelenen şoför de: “Yahu bu ne. Bununla 500 m gidilmez. Dalga mı geçiyorsun”
Bazı usullerin değişmesi için gerekli olay gelmişti bu gencin ayağına. Aylardır Almanya’da yaşamanın avantajını bir cümleyle bir şoförü alt edeceğini nereden bilebilirdi.
“Bak kardaş senin yaptığın çakal usulü ben ise ödedim sana paranı Alman usulü”