Sinirlenmemek elde değil arkadaşlar. Bu sefer uçuk kaçık arayışlardan uzak, gerçek dünyanın ağırlığı altına ezile ezile yazdığım bir yazı olacak. Arayışların uçuk kaçıklığı saçma oldukları için asla değil, bedenimizin yaşamak zorunda olduğu bu hayatın sefil ve basitliğinden, tekdüzeliğinden böyle. Eğer beni her şeyden alıkoyacak, içine hapsedecek bir sorunum olmazsa, hayatımı hep ruh ve zihin sağlığıma göre yaşamaya çalışırım. Uyanırım, her günüme ayrı değer veririm. Özel olarak yapılan bir şey değil bu zaten; kendine, varlığına ve yaşadığın hayata değer verdiğinde, geçirdiğin zamanı, fırsat maaliyetlerini, gün sonunda ne olacağını gibi şeyleri önemsiyorsun. Bu garantici bir hayat tarzına da asla benzetilmemelidir. Çok basit şekilde anlatalım, evimde bomboş bir buzdolabı var. Pazara gidiyorum, pazar arabamı sadece bir poşetle doldurup dönebilirim. Bugünümü ve belki yarınımı özensiz bir şekilde kurtarmış olurum. Bu tip salaklar hayatı ‘günü kurtarmak’ amacıyla yaşarlar. Yani, biraz üzerine düşünelim. Hayat dediğimiz şey zaman kavramıyla oluşuyor. Önce değer vermemiz gereken şey bu. Zaman; dönemlerden, yaşlardan, insan ilişkilerinde vb. bir çok şeyden etkilenerek önümüze seçenekler sunan, aslında arkaplanda koşulları oluşturarak seçenekleri bizim belirlediğimiz bir mekanizma. Yani senin hayatının bir anlamı olması için mantıklı olan, bir ilişkiye, bir döneme, bir yaşa, herhangi bir şeye değer vermektir. Çünkü tek başına ‘zaman veya gün’ tek bir varlık için hiç bir şey ifade edemez. Bu durumda, günü kurtarmak için yaşayan bir insan, zamanına, kısacası hayatına değer vermemektedir. Ben bu insanın tam tersi karakterde bir insanım. Bazılarına saçma, delice, aşırı gereksiz gelebilecek bir çok detayı düşünürüm. Mesela eğer önceki gün yeterince gülmediysem o gün biraz daha gülmeye çalışırım, az konuştuysam ve kendimi yetersiz hissediyorsam biraz daha kendimi ifade ederek varlığımı tatmin etmeye çalışırım. Kimse yalan söylemesin, egomuzu tatmin etmeden hayat geçmiyor. Zaten seni bağımsız kılabilecek tek şey, iyi yönden veya kötü yönden kurtulmuş bir ego. Ben egomu, kendi varlığımla kurtarmaya çalışırım. Çünkü onu en kısa şekilde, kolay yoldan ve aynı zamanda en doyurucu olarak tatmin edebilen insan benim. Tekrar bir düşünme arası verelim olayları şekillendirmek için. Neden yaşıyoruz? Daha iyi, daha güzel, daha başarılı, daha mutlu, daha huzurlu hissetmek için. Peki bunlar nasıl olur? Birilerinin bize böyle olduğumuzu söylemesi ile mi? Hayır. Kendimiz tam olarak böyle hisettiğimizde olur. Eğer kendine güveni az olan bir insansak da bu durumu başkalarının onayıyla kazanırız, ama nihayetinde kendimiz tamam demedikçe olmaz. Peki bu nasıl olur? Egomuzun bu konularda yeterince tatmin olmasıyla. E pekala, aranızda ben her konuda tatminim diyebilecek bir insan var mı? İmkansız. İnsanın en tanınan özelliği maymun iştahıdır. Bu dünya artık maalesef belirli hiyerarşi, adalet sistemi ve sosyal yapıların çerçevesinde yürüyen basit bir sistem olmanın çok dışında. Daha çok çalışan, daha az sinirlenen, daha iyi vb. karşılaştırmalarla bir yere gelebileceğimiz bir adalet sistemimiz asla yok. Daha çok çalıştım, ailelerinin parasıyla buraya gelen, hayatında kitap açmamış insanlarla yan yana oturuyorum. Oturduğum yerde de, bi gün onların hiç bir çaba harcamadan elde ettiklerini ileride ‘belki’ elde edebilmek için yine onlardan fazla çalışıyorum. ( Her varoluşsal adalet ve sosyal sistem sorgulamasının sonu komünizme ve Marx’a varıyor nedense, amacım o değil merak etmeyin 😀 ) Sonuç olarak, ben kendimi başkalarının gözünden kıyaslayarak konumlandırmaya çalıştığım sürece bu egomu asla tatmin edemem. İnsan akıllı bir varlık olsa gerek: bu kıyaslamayı neden kendimi sonuca kısa yoldan ulaştırmak için şekillendirmeyeyim? Bir sabah kalktığımda, sahip olmadıklarımı düşünmek yerine, bugün de ayağım kolum yerinde olduğu için, konuşacak bir dilim, dinleyecek bir kulağım, düşünecek bir aklım, hadi bunları geçtim bu kadar hippie olmak istemezseniz de kabulüm, yemek yiyecek param, giyecek kıyafetim, eğitim hakkım, ailem, arkadaşlarım ( ki bu bahsettiklerim de asla büyük egomu tatmin edecek seviyede değil) olduğu için neden yetinmeyeyim? Egomu parayla, kıyafetle, çevreyle tatmin etmek istemiyorum. Bu denklemi yıkarak, düzleme oturtulamayacak bir bağlantı kurmak istiyorum burada. Egomu kendi kimliğimle tatmin etmek istiyorum, onun felsefesini temelinden sarsarak. Her gün varoluşumun verdiği yeterlilikle uyanarak, günüme, ruhuma, zihnime yavaştan şekil veriyorum. Kendimi hazır hissettiğimde dışarı çıkıyorum, kendimi en iyi şekilde ifade ettiğim, benliğime uygun davranışlar yaptığımı düşündüğüm bir gün sonu ise benim için yeterli oluyor. Yine bir kitaptan çok sevdiğim bir söz. ‘İnsanlar, toplum içerisindeki hayatlarına fazla kapıldıklarında, hayatı birine anlatıyormuş gibi yaşamaya başlarlar.’ Yani çevrenizin ilgisini çekmeyecek şeyleri bir süre sonra yapmayı bırakıyorsunuz, popularitenin derin çukuru. Ben ise, değerlerimi herkesten uzak tutmak için çok uğraşıyorum. Herkesin ortak değer verdiği konuları aşırı anlamsız bulduğumdan, yaşıtlarımın ilgisini çekmeyen şeylere yöneliyorum, ne olursa olsun, burda ne anlatırsam anlatayım toplumun otoritesinin herkes kadar bende de etkisi var. Önemli olan bunu şekillendirmek. Meditasyon yapmaya çalışıyorum, enerji toplamaya çalışıyorum; okumaya, öğrenmeye, düşünmeye, sorgulamaya, anlamlandırmaya, nedenselleştirmeye, izlemeye, düşlemeye, yaşamaya ve sürekli sınırlarımı daha da ileriye taşımaya adadığım bir hayatım var. Gerçekten kimsenin değer vermediği bunca ‘aptal’ aktiviteyi yaparak, anlaşılmayan bir birey olarak mutlu mesut yaşıyorum. Bundan oldukça memnunum, birinin beni anlaması veya beğenmesi için yapmadığım aktiviteler, beni en çok tatmin ve mutlu edenler. Fakat toplumla bu dengeyi oluşturmak zordur. Gün geliyor, insanım, heyecanlanıyorum bir şeye, her şeyi bir kenara bırakıp insanlarla ortak bir konuya girmeye yelteniyorum. O kadar iyi biliyorum ki sonunda beklediğimi alamadan, yine olmadı, ben yine çok fazlaydım, çok uçtum, çok anlamlandırdım gibi cümleler söyleyerek döneceğimi. Lütfen burada aklınıza aşk ilişkileri falan gelmesin, en basitinden bir kahve sohbeti düşünün. Karşıdakini ve kendini geliştirecek ortak konular üzerine konuşmaya çalışmak, buluşmaya bir anlam katmak adına amaçlara girmek ve farklılıklar için uğraşmak, kısacası herhangi bir sosyal çabadan bahsediyorum: kendimde gördüğüm, karşımdaki insanlarda göremediğim şeyler denince aklınıza böyle şeyler ve hayatın her alanındaki türevleri gelsin. Böyle durumlara girerek duygularımı ön plana çıkarıp, insanları takarak, elimde olmayan şeyler üzerine düşünerek, gereksiz önemseyerek yaşamaktan o kadar sıkıldım ki, insan ilişkilerimi tamamen pragmatizm üzerine kuruyorum. Yahu haklısın diyorum ya, ne eksiliyor benden? Karşımdakinin beni anlamasını bile istemiyorum açıkçası, beni anladığı zaman onun perspektifinde oluşması müsait bir düşünceyi ben düşünmüşüm der, üzülürüm, o derece insanlarla tanışıyorum. Tamam diyorum, bana göre doğrusunu anlatmak için uğraşmıyorum, susuyorum, bitmesini ve gitmeyi bekliyorum. Bu kimine göre doğru bir şey olmayabilir, kusura bakmasın kimse. Ben varlığımı, aklımı ve fikrimi, enerjimi insanlar için harcamaktan yoruldum. Kamu kuruluşu muyum? Değilim. Bazı şeylerin yolunu yordamını öğrenmek, hayatı değerli ve daha iyi kılmaya çalışmak kimseye doğum belgesiyle verilen bir şey değil, saygı görmek istiyorsan, algılanmak ve ilgilenilmek: kendinle ilgili fikirlerin, hayatla ilgili uğraşların, fark edilebilen yani seni ayırt edebilen bir tane özellik olacak. Bana uymak zorunda değil bu, amaca yönelik sadece bir tane hizmetin olduğu zihin bile çok yeterli bir kabulü hak eder. Bu olmadığı takdirde, karşındaki insan, seninle oturmaktansa patates soğan dikip yetiştirmekle bile daha çok şey öğrenebilir, tecrübe kazanır en azından. Acımasız bulabilirsiniz, insanlara bakış açım budur. Toplumun genelinin de bana faydasız olduğunu düşündüğümden, insan ilişkilerimi minimum düzeyde sorun çıkarabilecek, maksimum düzeyde işime yarayacak şekilde kurarım. Çünkü ‘amacı’ olmayan her şey, amaca hizmet eden bir ‘araç’tır. Amacıma yönelik olmayan araçlarla vakit kaybetmek de benim için mantıklı değil. Ben böyle bir insanım abi, her şeye anlam yüklemek istiyorum. Hayata bir anlam yüklemek istiyorum. Zamanıma, kendime, içinde bulunduğum döngüye sonsuz bir soluk veriyorum beni sürüklemesi için. Sonuç olarak, pazar sepetimi bana göre o vakte, çabaya yeterli gelecek kadar doldurmadığım her pazar dönüşü bir kayıp benim için. Bazen ise, insan olduğumdan maalesef, hayatıma yön veriş şeklim dış etkenler tarafından müdahaleye uğruyor. Aile, okul, toplum vs. Kalkanımızın sınırları var. Savunmalarım, toplumun otorite kavramının getirdiği kurallarla yerle bir olduğunda ise, büyük bir isyan alıp götürüyor beni. Amacımdan oluyorum, aracımdan soğuyorum yetersiz olduğu için. Aracım da kendim olduğundan, denklemim öyle ince bir ip üzerinde ki, tek saniyede hayatımın küçücük bir anlamının bile kalmadığını düşündüğüm oluyor. Ama ne olursa olsun diyorum, bunlar benim yolumda kazanacağım tecrübelerdir, kötüyü görmeden bir şeye iyi demek oldukça zordur. Yoluma devam edeceğim, mücadele edeceğim. Fakat gün geldiğinde, ben de amacım için otoritemi kullanıp, başka amaçları arkada bırakmaktan geri kalmayacağım. Bu benim değil, bana bunu yapanların yöntemidir, onları ellemeden kurtulmak için herhangi bir şansım olsa arkama bakmadan uzaklaşırım, çünkü onların amaçsızlıkları benim onlar adına iyi ve kötü bir eylemde bulunmamı engeller. O güne kadar, sizin yönteminizle sizinle savaşmaya devam edeceğim. Hepiniz hayatımda sadece birer araç olana kadar, amacıma hizmet edeceğim.