Ardından birkaç kitap bıraktıktan sonra Manisa’nın köylerinden birinde inzivaya çekilmiş bir adam… Nasıl olur ki birkaç eser ile böylesine güçlü bir edebiyat geleneğinin temsilcisi olabilmiştir? Bu sorunun yanıtını Yusuf Atılgan’ın eserlerini ince bir dikkatle tahlil ettiğimiz zaman görmekteyiz. Gerçekten de Yeni Roman dediğimiz inkılabın Batı’daki gelişimine paralel olarak edebiyatımızdaki çizgisi üzerine sağlam adımlarla iz bırakan bu yazın adamının başarılı eserleriyle edebiyatımızın modernist yanı kuvvet kazanmıştır.
Batı’da romanı klasik gelenekten arındırma çabası ve ‘’eskimiş kavramlar’’dan kurtulma; yani maceralarla dolu klasik anlatıma ve maceraperest roman kahramanlarına karşı çıkışın 50’li yıllarda ortaya çıktığını söyleyebiliriz.Yeni Roman’cılar okuyucuyu kendine hayran bırakan maceraperest roman kişisine baş kaldırıyorlar ve onları gelenekten kurtarıp anlatıyı psikolojik olarak şekillendirmeyi ve kahramanın psikolojisini aydınlatmayı amaçlıyorlardı.
Bu bağlamda bizim edebiyatımızda modernist bir yazar olarak Yusuf Atılgan eserlerinde bireyin varoluş sorununu ve toplum içindeki yalnızlaşmasını anlatmakta bu yönüyle psikanalitik roman karakterleri oluşturarak Freud’un da dediği gibi bir nevi sanatçıda bulunan nevrotik bir rahatsızlığı bir memnuniyetsizliği dile getirmekte, toplum değerleri ile zıtlaşarak bir varoluş kavgası yaşamaktadır.Aylak Adam ve Anayurt Oteli adlı romanları gerek çizdiği karakterlerin özellikleri, gerek anlatım tekniklerinin farklılığı, gerekse farklı bilim dallarının tahlil edebileceği anlatıların bulunması açısından önem arz etmektedir.
İlk baskısı 1959’da Varlık Yayınları tarafından yapılan bu roman postmodern edebiyatın önemli örneklerindendir.1958 Yunus Nadi Roman Ödüllerinde birinciliği Fakir Baykurt’un Yılanların Öcü romanına kaptırır..Kitap daha sonraları Bilgi,İletişim ve Yapı Kredi yayınları tarafından yayımlanır.Yayımlandığı ilk günden beri geniş bir okuyucu kitlesi barındırmıştır.
Atılgan’a göre onun asıl işi yazarlık değildir.Kendisi sadece yazmak için yazdığını söyler ve yazdıklarının ona para kazandırdığına şaşırdığını belirtir.İstanbul Üniversitesi Türk Dili ve Edebiyatı bölümünde Reşit Rahmeti Arat,Halide Edip Adıvar,Ali Nihat Tarhan,Ahmet Hamdi Tanpınar,Fahri İz,Ahmet Caferoğlu gibi üstad isimler hocalarıdır.Üstelik Ahmet Hamdi’nin öğrencisi olmaktan kıvanç duyduğunu söylemiştir.
Atılgan bir zaman öğretmenlik yapar.Hapse girer çıkar.Öğretmenliği elinden alınır.Buna derinden üzülmüştür. Hapisten çıktıktan sonra köyüne geri döner ve çiftlik işleriyle uğraşır.İşte yalnız adamımızın edebi üretimi böyle bir ortamda peyda olur.Dergilerde takma isimlerle öyküler yayımlar.Aylak Adam’ı yazar ve yarışmanın son günü-son saati başvurusunu yapar.Jüride; Halide Edip Adıvar, Sabahaddin Eyüpoğlu, Azra Erhat, Yakup Kadri Karaosmanoğlu, Orhan Kemal, Behçet Necatigil, Vala Nureddin, Haldun Taner ve Cevad Fehmi Başkut vardır.
Aylak Adam ve Oidipus Kompleksi
Romancımız Atılgan’ın edebiyatımız için ne denli önemli bir eser yarattığına değindik.Şimdi bay C. ve onun çevresinde dört mevsim teşekkül eden olaylara psikanalitik bir yaklaşımda bulunalım:
Romanda öncelikle Sigmund Freud’un Oidipus Kompleksi adını verdiği psikoloji vakasının yansımalarını inceleyelim. Freudyen psikanalitiğine göre 3-5 yaş arasındaki bebeğin karşı cinsten olan ebeveyni aşırı derece içselleştirmesine ve ona aşk ile bağlanmasına, buna karşın aynı cinsten ebeveyni saf dışı bırakmaya çalışma konusunda çocukta beliren dürtü güdü ve isteklerin bütününe Oidipus Kompleksi denir.Freud’a göre her çocuğun ilk aşkı karşı cinsteki ebeveynidir.Kız çocukları nasıl babalarına karşı bir ilgi duyuyorlarsa erkek çocukları da böyle bir ilgiyi annelerine karşı duymaktadırlar.Erkek çocuğunun babasının annesiyle ilgilenmesinden duyduğu rahatsızlık ve kız çocuğunun ”güçlü” babalarını örnek alması bunun sonucudur.Oğlanlar annelerine kızlar ise babalarına ciddi bir ilgi-eğilim gösterirler.
Bu bilgiler bağlamında romanı inceleyecek olursak C.nin babasına benzemek istemediğini ve teyzesine karşı aşırı bir ilgi duyduğunu görmekteyiz.C.nin teyzesine ilgi göstermesinin nedeni ise o daha bir yaşındayken annesinin ölmesi ve onu teyzesinin yetiştirmiş olmasıdır.Bunu kitabın son kısımlarında Ayşe karakterine ”itiraf”’larından görebilmekteyiz.Hizmetçili bir evde teyzesi tarafından büyütülmesi ve babasının alkol ve kadın düşkünü olması C.nin bundan sonraki yaşamını fazlasıyla etkilemiş ve bilinçaltında saklanmış kötü hatıraların insanlara ve olaylara karşı tavrında belirginlik kazanmasına neden olmuştur.C.’nin babasına benzemek istememesi ve onun gibi biri olmayı reddetmesi iç dünyasında kutsallaştırdığı değerlere karşı konulmasından kaynaklanmıştır.Yani teyzesine gösterdiği aşırı ilgi karşısında babasını bir engel-ara bozucu olarak görmekte ve onu yok etme düşüncesine eğilim göstermektedir.
C.’nin hayatına giren diğer kadınların onu tatmin edememesi ve masumane çocukluk aşkı ve onun ilk kadını olan teyzesinin boşluğunu dolduramaması onu sürekli bir arayışa ve toplumun tabularından kaçışa, bunun sonucu olarak bir çeşit yabancılaşma ve bireysel yalnızlığa itmiştir.Babasının teyzesine karşı gösterdiği cinsel arzuya ve bedensel temasa tanık olan C. bu olayı bilinçaltının derinliklerine atmış ve bundan sonra babası gibi biri olmamaya adeta ant içmiştir.Babasını teyzesi le cinsel münasebette gören C. babasının üzerine yürümüş ve babası tarafından darp edilerek kulağı yırtılmıştır. C. bunu bir ceza olarak bilinçaltına gizlemiş ve bu cinselliğe karşı yaklaşımını etkilemiştir.Bu noktada karşımıza romanın çeşitli yerlerinde sıklıkla tekrarlan iki leitmotif çıkmaktadır : bacak ve kulak. C. yaşadığı ilişkilerde sürekli partnerinin bacağını okşama arzusu duymakta ancak hemen ardından kulağında bir yanma/kaşıntı hissetmektedir.Bunu şu şekilde değerlendirebiliriz:
Çocukken yaşadığı kötü olayların bilinçaltına kazınması ve vakti gelince bunların çözünmesi ondaki bir çeşit psikolojik rahatsızlığı açığa vurmaktadır.Babasının evdeki birçok hizmetçiye olduğu gibi teyzesine karşı cinsel arzuları ve C.’nin kulağındaki yırtık ve de onda uyanan bacak okşama arzusu karşısında kulağı yüzünden engellenmesi birbiriyle bağlantılı süreçlerdir.
C.’nin dolayısıyla Yusuf Atılganın romanda baba figürünü üzerinde duruşunu aşağıdaki alıntıda 1görmekteyiz:
“…Ama o yapamıyordu; soymayacaktı kadını. Sağ bacağını büküp dizini kaşıdı. Babasına benzemekten korkuyordu.” , “Baban sandım seni. Sizin evde hizmetçiydim ben. Tıpkı baban gibisin. Bir bıyıkların eksik.” “Defol, babama benzemem ben.”” (s.22).
“Yeniden yürümeye başladıkları zaman hep onun bacaklarına bakıyordu. Babası daöyleydi. Üstelik bıyıklarını burardı. Kulağını kaşıdı.”(s.50)
“Önce bir sinemaya gidip iki saat, ıslak ıslak, deli deli öpüştüler. Sıcaktı. Yalnız bacaklarına dokunmuyordu. Neden ona her gelişinde bacaklarını da getirirdi? Hep böyle olurdu. Onları okşama, sıkma isteğiyle avucu karıncalanmaya başladıkça bir kulağı yanardı. Dokunamazdı.” (s.83)
Alıntılarda görüldüğü gibi bacak ile kulak arasındaki dolalı bir ilişki vardır. C.’nin cinsel güdülerine bilinçaltında yatan kulak olayı engel olur ve bundan rahatsızlık duyar.Ancak kitabın ilerleyen bölümlerinde Ayşe karakteriyle arasında geçen olayda farklı bir durum yaşanır:
“…Çekine çekine elinin altındaki ılık bacağı aşağı yukarı okşadı. Kaşınmıyordu işte! Birden Ayşe’yi titreten bir telaşla ona sarılıp öptü. -Ötekiler yok! dedi. Unut hepsini. İkimiziz. Biz varız.” (s. 124)
Bu kısım C.’nin babası ile arasındaki ilişkiyi yeniden tanımlaması açısından önemlidir.Burada artık C.’nin kulağı kaşınmaz.”-Ötekiler yok” demesi aslında önceden içinde tuttuğu baba figürünün artık onda bulunmadığını ve yalnız kendisiyle kaldığını göstermektedir.
Slavoj Zizek bilinç altında var olan otonom nesneden kurtulmanın tek yolunun o nesneye dönüşmek olduğunu söyler.C.’deki değişim de bir nevi böyledir.Aslında baba figürünü kendi içinde yok etmemiş ondan kurtulmaya çalışırken ona dönüşmüştür.Başka bir psikanalitik bakış ise şu şekilde düşünülebilir. Freud’a göre bastırılan her şey tekrar geri döner.Bilinçaltına işlenen çocukluk her ne kadar bastırılsa da çeşitli şekillerde mutlaka kendini tekrar gösterecektir. C. de bir zamanlar baba figürünü yok etmeye çalışırken aslında ona hakim olmuştur.Bu zaruri teslimiyetin bir neticesi olarak artık bacak-kulak etkileşimi eskisi gibi işleyiş göstermez.
Romanda C.’nin B. karakterine bir türlü erişemeyişi ise bir başka odak noktası olarak karşımıza çıkar ve bir iki yerde adeta bir arada olmalarına rağmen bir türlü denk gelemezler.Karakter olarak birbirine benzeyen iki insandır C. ve B. Romanın sonunda yazar okura açık bir kapı bırakır.Farklı yorumlara açık bir sondur bu.Çünkü C. bir kadının ardından koşmaktadır ama yaşadığı aksilikler neticesinde kadının izini kaybeder.Bu kadın gerçekten B. midir yoksa başka biri mi tartışılır ama Atılgan’ın anlatımına göre belki de aradığı ”imkansız” bu kadındı.”İki kişilik bir sevgi dünyası”ndaki kadın bu kadın mıydı? Bu kadın B. miydi ? Tartışılır.
Aylak Adam ve Yabancılaşma
Yusuf Atılgan kaleme aldığı üç romanında da yabancılaşma temasını titizlikle işler.Aylak Adamda roman baş kişisi şehir, Anayurt Oteli’nde kasaba ve Canistan’da köy ekseninde yabancılaşma ele alınır.Aylak Adam C. kendini toplumdan soyutlayan,toplumun tabularına,değerlerine baş kaldıran bir tiptir ve bunun bir neticesi olarak yalnızlaşmanın ve nihayetinde kendi kendisiyle yabancılaşmanın kurbanı olur.
Böylesine bariz bir şekilde Atılganın kişiliğinde ve roman karakterlerinde kendini gösteren yabancılaşma kavramına değinelim.Marx’a göre yabancılaşma kavramı, insani ürünlerin insanı boyunduruğu altına alan karşıt güçler haline gelmeleri ve bunun sonucu olarak da insanı insan olmayana dönüştürmeleri sürecini dile getirir.Yabancılaşma kavramı kendi içinde belli başlı bazı anlamlar barındırır.Yabancılaşma kavramı bu anlam daireleri çevresinde değerlendirilebilir:
Güçsüzlük, Anlamsızlık, Kuralsızlık, Kültürel Yaygınlaşma, Toplumdan Yalıtlanma.
C.’nin yukarıda sıralanan kavramlar bağlamında bir haritasını çıkarabiliriz. Atılgan’ın romanlarının özüne yabancılaşmayı koyduğunu biliyoruz. C. karakteri, ”insanın dünyaya gelirken yalnız olması ve bu dünyadan göçerken de yalnız olacağı” ve ”insan varoluşundan sonra özünü kendi yaratır” düşünceleri temel alınarak şekillendirilmiştir.Aylak Adam’ baktığımız zaman C.’nin yaşadığı yabancılaşma ve yalnızlığın farkında olduğunu görürüz .Hatta öyle ki bu hali değiştirmek için çaba gösterir.Ama aynı bilinci ve değiştirme isteğini Anayurt Oteli’nin baş kahramanı Zebercet’te görmeyiz. C. sürekli bir arayışın, bir umudun peşindedir.Sevmeye çalıştığı kadınlarda hep teyzesini bulmaya çalışır ve bu uğraşında muvaffak olamadığına şahit oluruz.Annesini küçük yaşta kaybettiğinden anne sevgisini,anne şefkatini hep teyzesinden duymuştur.Bunun içindir ki C. Ayşe ve Güler karakterlerinde bunu arar.Bu ilişkilerin ardından bile umutla o ”ideal” sevgiliyi arar .C.’nin birlikte olduğu kadınlar, teyzesinden mutlaka pay almalıdır.Güler’e sırf gözleri teyzesine benzediği için ilgi duymaktadır. C.’nin ideal sevgilisi onu her haliyle kabul etmeli ve bir anne şefkati karşılıksız koşulsuz bir anne sevgisi göstermelidir.Romanın bir yerinde şaşı bir fahişeyle arasında yaşanan olayda kadını evine götürmüş ve kucağına çocuk gibi kapılmıştır.Çünkü onda teyzesinde duyduğu hisse benzer hislere kapılmıştır.Çocukluğunda teyzesinin kucağında duyduğu huzura benzer bir hali bu kadının kucağında da duymuştur.
“Şaşı kadın karmaşık yollardan bana Zehra teyzemi getiriyordu. Dizinde yatarken yalnız benim bildiğim kokuyla dolu, kimi duran, kimi kıpırdayan dudaklarına bakardım. Arada eğilir, ben büyük, inanılmaz bir şeyler olacağını beklerken salt burnumun ucunu öperdi. Yüzü bana inerken gözleri şaşılaşırdı.” (AA., s.10.)
İdealize kadın tipi arayışı içinde yabancılaşan Aylak Adam C. için aradığı kadının teyzesinin vasıflarını taşıması son derece önemlidir.Günlük hayatın rutin işlerinden bir kaçış sıradan ve bayağı bir hayat sürmek yerine buna karşı çıkma ve ideal kadının hem teyze figürünün vasıflarının taşımasını hem de kendi gibi bu sıradanlığa baş kaldırmasını istemektedir.
“Güler,”- Dünyadan çok şey beklemiyorum. Üç oda, bir mutfak, sevdiğim adam, biri kız biri oğlan iki çocuk…” deyince, yalnız, “-Adam bırakıp kaçsın çocuklar kuşpalazına tutulsunlar diye mi?” der demez, ürperdi. Bu sözü başka bir yerde işitseydi “Bu kız beni eli paketlilerden biri yapmak istiyor. Onlar için yaratılmış. Benim aradığım değil o, “diye düşünür, belki çeker giderdi.” (AA., s.72)
Bay C., topluma yabancıdır.Bu muhakkak.Ancak bununla beraber toplumsal yabancılaşmanın kökenine, nedenlerine inip bunları irdelemez sadece sonuçları ile ilgilenir. Güler’de aradığını bulamaz çünkü her ne kadar teyzenin gözlerine sahip olsa da o toplumun değer yargılarının bir eseridir.Bir karşı çıkış içerisinde değil itaat eğilimindedir.C., kendi deyimiyle ”eli paketli” olmak istemez.Aslında bu toplum içinde kendine bir yer edinemeyişin sıkıntısı ve varoluşun dayanılmaz aylaklığıdır. Bir başka kadın Ayşe de C.’nin yalnız iki kişiden oluşan sevgi dünyasında tahayyül ettiği bir olamamaktadır. Burada ne kadar bir ”yaşanmışlık” olsa da C. alışmaktan korkan bir adamdır.İster Ayşe ister Güler olsun bu ilişkiler elbette bir yere kadar devam edecektir.Toplumun tabularının hakim olduğu yerde C.’nin yok oluşu başlamaktadır.Bireyin toplum içinde yer edinme problemi işte bu kadar net işlenmiştir.Bunun yanında toplum değerlerine karşı yazarın yaklaşımı kendisinden çok sık bahsetmediğim B. karakteri üstünden bir nebze şöyle eleştirilmiştir :
“İşte eli bacaklarımda. Nedim de hep etekliğimin altında bacaklarımı sıkardı. Yoksa bu da o mu? Yılı olmuş. Tam bir hafta öpüştüktü. Tın tın…”
Bacaklarındaki el gergin, okşamakla kanmamış daha ileri kaydı. Kadının sonradan kazandığı o ek-içgüdüyle bacaklarını kıstı. Annesi, küçükken orasını kurcaladığını gördükçe eline iğne batırırdı. Salt oraya verilen önem… “Dalgın olduk mu gerçek benliğimizle davranıyoruz. Ben de öteki nazlı dişiler gibi miyim?” Kendini yeniden koyuvereceği sıra Erhan’ın eli bacaklarından ayrıldı. Kinli, istediğine karşı gelinmiş şımarık bir oğlan sesi duydu:
— Ne o, yoksa kız mısın?
Önce şaştı. “Ah, bu kadarı fazla…” İçinde yıkıcı, acı verici bir deprem başladı. Dönüp baktı. Şu yakışıklı erkek işte buydu. Artık tanıyordu onu. Şiirlerin, kitaplardan kapma büyük sözlerin yapma süsünden sıyrılmış; beylik yargılarla dolu, bayağı. Böyleleri için en önemlisi kızlıktı. Oysa B.’nin ona vermek istediği şeyin yanında kızlık neydi ki? Yarın gidip onların bu kızlık dedikleri şeyi tanımadığı bir erkeğe verecekti. (Hey gidi öfke, sen insan aklına daha saçma düşünceler bile getirebilirsin.) Yanındaki erkek bunu almanın sorumluluğundan korkar. Biliyor, korkaktır o. Ona sarılmaktan, onunla öpüşmekten tat aldı diye kendini hor gördü. “Bulaşık bezi. Vıcık vıcık… ” Onların gözünde bütün kadınlar birdir. Amaçlarına götürmekteki başarısı denenmiş o pek rahat ‘sıra’larını bozmazlar: Önce el tutulur, sonra öpülür, sonra memeler okşanır; En son etekliğin altı gelir. ”Ben onun için yeni bir kobayım, bir deney hayvanı…” Birden suya düşmüş gibi üşüdü. (Aylak Adam s.f33)
B’nin Erhan’la arasında yaşanan olaydan alınan yukarıdaki kesitte aslında okuyucuya bir rahatsızlık durumu sezdirilmeye çalışılmıştır.Toplumsal değerler içinde kadının konumu, kadın-erkek ilişkisi ve bunun yabancılaşma bağlamında bir eleştirisi kabul edilebilir bu bölüm.Diğer bölümleri artık burada nakletmeyeceğim ancak şunu belirtmek gerekir ki Aylak Adamı okurken kitabı bütün bir şekilde değerlendirmeli ve ara sıra Atılganın -bilinçli veya bilinçsizce- karakterlerinin başından geçen olaylarla okurda sevinç,mutsuzluk,ümitsizlik,tiksinme,öfke gibi çok zıt olabilecek duygular uyandırmasını normal karşılamalıyız.Aksi halde kitabı psikolojik zeminden ayrı düşünürsek çok farklı yorumlarda bulunabiliriz.Bu nedenle kurguyu bütün bir biçimde değerlendirilmeli kitaptaki leitmotıvlere,dile,anlatıma dikkatle yaklaşmalıyız.