Normal bir yaşam süresine sahip insanların hayatına aldığı kadar, büyük ihtimal yüzlerce, binlerce insanla tanışıyoruz hepimiz. Kimini tanıdığımız gün tarih sayfalarına atıyor, kimini tekrar görmek istiyor ve yıllarımızı, sevinçlerimizi, acılarımızı paylaşmak adına peşimizden sürüklüyoruz. Bir de yaptığımız olaya “dostluk” adı verip görünmeyen bir pranga takıyoruz ayaklarına. Ben bunu yazarken, siz de bunu okurken hepimizin bileklerine dolanan prangalardan bahsediyorum. İnsanlara “..ama sen benim dostumsun.” cümleleriyle aslında görünmeyen bir silahla tehdit savurmuyor muyuz hepimiz? “Evet, başkaları bana bu iyiliği yapmaz ama sen benim dostumsun!” Sizi yormadan alt metnini açıklayayım hemen. “Sana dost dedim bir kere, ne istersem yapmak zorundasın. Mutluysam benimle sevinmek, üzgünsem benimle ağlamak, korkuyorsam ya da tedirginsem benim sakinleştirmek zorundasın.” Kaçımız bunu gerçekten yapmak istiyor? Kaçımız o “dostunu” gerçekten sevdiği, onunla gerçekten gönül bağı kurduğu için hayatında tutuyor? Onu tarihe gömdüğümüz diğer insanlardan ayıran ne? Daha ne kadar hayatımızda kalacak? Gerçek cevabı istiyorsanız ondan bir şey isterken dostu olduğunu siz söylemeyin. Bir şey istediğinizde şanslıysanız “Tabi ki yaparım. Çünkü sen benim DOSTUMSUN.” cevabını alırsınız. Gerçek dostlarınızı öğrenmek istiyorsanız önce onların ayağına taktığınız prangaları çıkarın. Çünkü eğer gerçekten dostunuzsa o prangalar ona ceza ya da sorumluluk değil, fedakarlık ve hatta size sahip olmanın ödülü olarak kendilerine takacakları madalyalara dönüşeceklerdir…