Nereden başlayacağımı bilmiyorum. Sanki yaşamaktan vazgeçmek üzereyim. Aklıma sürekli ”Hayata havlu atıp gitsem, geride kalanlar ne düşünür acaba?” sorusu geliyor. Boş versene! Hayatıma son verecek cesaret yok bende. O değil de şu an otuz yaşındayım. Ve geriye ne kadar ömrüm kaldı bildiğim yok. Kalan süre boyunca freni patlamış bir araba gibi mi ilerlemeliyim yoksa ABS fren sistemi sorunsuzca çalışan bir araba gibi mi? İşte bunu önüme çıkacak olan şartlar belirleyecek. Hoş, şu an yaşıyor gibi değilim zaten. Otuz yaşında bir adam gibi hissetmiyorum. Daha çok 2002 yılında 12 yaşında olan Durmuş gibi hissediyorum. O yılda hapis kaldım. Evet, kimlik bunalımı yüzünden hayatı mahvolan o 12 yaşındaki çocuğum hâlâ. Şu anda da mış gibi yaşıyorum zaten. Gelecekten en ufak bir ümidim yok. YouTube’da ‘Sarı Mikrofon’ denen bir kanal var. ‘Görücü Usülü evlilik vs. Tanışarak evlilik’ diye bir videosu var bu kanalın. Soru yöneltilen kişiler farklı cevaplar verdiler. Bana sorulacak bu soruya yanıtım şu olurdu:
”Ne görücü usülü ile ne de tanışarak evlenmek istiyorum.”
Evet, aynen bu cevabı verirdim. Neden bilmiyorum. Belki de çivisi çıkmış dünya’ya çocuk getirmek ve ona babalık yapmak istediğim bir şey değil. Ya da sadece kötü bir evlilik yaşadıktan sonra boşanmaktan korkuyorum. Evet, bundan öyle korkuyorum ki, bu korku yüzünden ölene kadar tek yaşamaya razıyım. Evlenme cesaretini kendimde bulamıyorum. Hem zannetmiyorum ki ister görücü vasıtası ister kendi tanıştığım bir kız beni bir koca adayı olarak görsün. Bir kere yakışıklı değilim. Güçlü bir vücudum da yok. Daha da kötüsü zengin değilim. Hal böyle olunca hiçbir kız benimle evlenmek istemeyecektir. Yani anlayın ki evde kaldım! Şaka bir yana şöyle bir düşününce zengin ve yakışıklı olmakdıktan sonra evlenme ihtimalim nedir ki? Demek ki bu dünyanın boktan ve saçma dertlerini kendi kendime çekip yine bir başıma ölüp gideceğim. Evet, belki de layık olduğum şey bu. Hani bütün bu olumsuz düşüncelerime rağmen belki bir gün ruh eşimle karşılaşır mıyım diye düşünmeden edemiyorum. Aman… boşver be hocam! Ruh eşim olduğunu düşündüğüm o kız, sahiden ruh eşim olacak mı ki? Ki askerliğimi yaparken rehberlik ve danışma merkezine gidip psikoloğa sormuştum, sizce ruh eşimi bulabilecek miyim diye. Psikolog sağ olsun bu konuya öyle bir sert girdi ki değil ruh eşimle, ruh eşim olmayan bir kızla evlenmeye tövbe ettim. Olsun. Yine de severdim o psikoloğu. İyi bir adamdı ne de olsa. Neyse, bu ruh eşi mevzusu çok büyük bir belirsizlik. Ve ben, sevgili dostum, belirsizlikten nefret ederim. Belirsiz olan herhangi bir şey, beni en az bir yılana bakmak ya da sivri uçlu bir iğneyi görmek kadar rahatsız eder. Neyse, o değil de şu fani hayatımda iki defa beni seveceğini düşündüğüm kız çıktı karşıma. İlk kız 2012 yılında, Kırıkkale üniversitesinde müzik öğrencisi olduğum dönem karşıma çıktı. Bir gün çalışma odasında piyano çalarken, odaya çok güzel esmer bir kız girdi. Üst kattaki çalışma odasının anahtarı olup olmadığını sormuştu. Hani dedim ya kız çok güzel diye. İlk başta soruyu anlayamadım ona vurulduğum için. Kız gülümseyip sorusunu tekrarlayınca anahtarım olmadığını söyledim. O da bunun üzerine odayı terk etti. Ertesi gün aynı kız çalıştığım o piyano odasından çıktı ve karşıma dikildi. Ama yok öyle bir çıkış! Ödüm patladı. Allahtan o anki korkuyla ağzımdan kötü bir laf çıkmadı. Dedim içimden: ”Demek o da benden hoşlanmış…” Evet, hoşlanmasa karşıma çıkmazdı zaten. Ama ben ona selam vermeden çekip gittim oradan. Bütün güvenim yerle bir oldu bir anda. Aptallaştım resmen. Kız da arkamdan bakakaldı işte ve bu olaydan bir hafta sonra kaydımı sildirdim. 2019’un yaz döneminde ise sık gidip geldiğim bir sinema’da bir kızla tanıştım. Bu sarışın ve hafif kilolu kız sinemada kasiyer olarak çalışıyordu. Kızın adının Nurdan olduğunu biliyorum; ama sinema fişinden. Kendisine sormadım adını. Neden bilmem, belki de utandığım için. Sonuç olarak zaman içinde benim çekingen biri olduğumu çözmüş olacak ki bir gün bana neden göz teması kurmadığımı sordu. Bu soruyu duymayı beklemediğim için ufak bir şok yaşadım. Bu şokun sonucu olarak ”Alışkanlık işte…” deyiverdim bir anda. Lafa bak! Alışkanlıkmış. Bu ne abuk subuk bir cevap böyle! Neyse, kız buna rağmen benimle konuşmaya devam etti. Ben de onunla zaman içinde göz teması kurabildim. Şu an düşünüyorum da benden hoşlandığı için mi benimle konuştu, yoksa arkadaş olmak istediği için mi konuştu? İşte bunu hiçbir zaman bilemeyeceğim. Şunu hiç unutmuyorum. Bir gün üç boyutlu olan bir film için gözlük almam gerekti. Ama yanımda para olmadığı için gözlük alamayacaktım. Kendisi bunu öğrenince acayip fiyakalı olan gözlüğünü çıkarıp verdi.
Dedim içinden neler oluyor hayatta! Kendisine teşekkür edip gözlüğü aldım. Film bittikten sonra da gözlüğü kendisine teslim ettim. Evet, böyle işte. Bu iki hikayeden şu sonucu çıkarıyorum; her ne kadar kendimi tipsiz olarak görsem de bazen kızların dikkatini çekebiliyormuşum. Ama çok değil. Bazen. Daha önce de dediğim gibi kendime güvenemediğim için karşıma çıkan bu iki kızdan biri ile arkadaş belki de sevgili olma fırsatını kaçırdım. Bunun için pişman mıyım? Evet. Ama gel gör ki pişman olmak bir işe yaramıyor. İleride karşıma başka bir kız çıkacak mı? Belki evet, belki hayır. Bunu Allah bilir. İş konusuna gelince… Eğitim hayatımı iyi yönetemediğim için önümde iki seçenek var. Ya hiçbir şey öğrenmemiş bir karşılaştırmalı edebiyat mezunu olarak, aldığım TESOL sertifikasına güvenip, özel bir okulda İngilizce öğretmenliği yapacağım. Tabii işe alırlarsa! Ya da öğretmenlik yapmaya cesaretim olmadığını düşünüp bir markette kasiyerlik yapacağım. Bu iki seçenek arasında çok gidip geliyorum. Aslına bakarsan bu iki işten hangisini yaparsam yapayım mutlu olacağım yok. Hele ki bu son günlerde bunları çok düşünüyorum. Şimdi diyeceksin ki ”Ne iş yapsan mutlu olurdun?” Söyleyeyim; yurtdışındaki bir film okulunda eğitim gördükten sonra senarist ya da ses tasarımcısı olmak isterdim. Ama gel gör ki yurtdışındaki bu film okulları çok pahalı hocam. Öyle böyle değil. Eğitim masrafına bir de konaklama ve yiyecek masrafını da eklersen çok fazla bir parayı gözden çıkarmak gerekiyor. Çok fazla param olmadığına göre bu hayalden de vazgeçmek zorunda kaldım işte. Bu yüzden ölene kadar sevmediğim bir işte çalışmak ve mutlu insan rolü kesmek zorunda kalacağım. Şimdi buraya kadar bunları neden mi anlattım? Bilmem, belki de daha fazla içimde tutmak istemedim bunları. Dediklerimi ne kadar ciddiye alırsın bilmem. Ama yine de dinlediğin için sağ ol, sevgili dostum. İyi günler.