Tek gözlü evin, bir insanıyım. Hergün yazıyor ve çiziyorum. Dış dünya ile pek bir alakam yok. Hem hiçkimse ile muhabbetim olmasın, hem de herkes beni bilsin istiyorum. Manyak mıyım ne? Evin duvarlarını maviye boyadım.Evet, ben boyadım. Zaten tek göz oda, bir de boyacıya para mı vereceğim? Dalgalı dalgalı deniz gibi oldu. Haraketlilik geldi, buz gibi itici duvarlara.Of! Beni lafa tutmayın, birşey anlatıyorum şurada. Pardon konuşmazsam anlatamam ki. Size manyak olduğumu söylemiş miydim? Neyse konuyu dağıtmayalım. Hoop geri dönelim.
Mavi diyarduk. Uzun zamandır gökyüzünün mavisini görmüyorum. Karar verdim, dışarı çıkacağım. Çantamı aldığım gibi dışarı çıktım. Gözlerim loş ışığa alışık olduğundan toprağı delip geçen köstebek gibi hissettim kendimi. “Hiç arkadaşın yok mu?” derseniz, bir arkadaşım var aslında. Adı: Yasemin. Yasemin, her haftasonu bir yetimhaneye gidiyor. Bütün gününü orada geçiriyor. Ben saf saf gezinirken telefonum çaldı. Arayan tabi ki Yasemin’di. Listede üç kişi var, zaten. Annem, babam ve Yasemin. Birkaç dakikalık konuşmanın ardından beni her haftasonu gittiği yetimhaneye çağırdı. Yapacak bir işim olmadığından taksiye binip gittim. Yasemin beni kapıda karşıladı. İçeri girdiğimizde her çocuğun yanında gönüllü aileleri vardı. Bir kız çocuğu hariç. Camın önünde öylece oturuyordu. Çok sessiz olduğundan kimse istememiş. Ama onda beni çeken birşey vardı. Görevliye sordum adı Güneş’miş. Hikayesini öğrenince adından uzak olduğunu anladım. Hikayesine geleceğim elbet. Önce dışarı çıkıp ağlamalıydım. Onun bahtsızlığına mı yoksa, bu hayatın ufacık çocuğa oynadığı oyuna mı bilmiyorum ama, önce içimden bağıra bağıra ağlamalıydım. İçeri girdiğimde görevliye tuvaletin yerini sordum. Tuvalete girdiğim zaman gözlerimin renk değiştirip kırmızıya döndüğünü gördüm. Güneş’in yanına böyle gidemezdim. Döndüm ve Yasemin’den makyaj malzelerini alıp dudaklarımı abartılı boyadım. Tabi aynı şekilde gözlerimi ve yanaklarımıda. Kendi kendime “İnşallah korkmaz” diyordum. Odaya geri döndüğümde bütün çocuklar ve gönüllü aileleri bana gülüyordu. Aşamanın ilk kısmı tamamdı. Yasemin “ Bu ne hal kızım?” diye sordu. İlk defa makyaj malzemeleri ile tanıştırıyordum, yüzümü. İlk tanışması abartılı ve çok renkli olmuştu. Neyse konuya geri dönelim. Yasemin’e durumu sonra anlatacağımı, hatta sormak istediğim şeyler olduğunu söyledim.
Güneş’in yanına yaklaştım. Sapsarı saçları bütün odayı aydınlatıyordu. Karşısına oturdum. Görevli kimseyi yanına yaklaştırmadığını ve birşey demenden sadece bağırdığını söylemişti. O günden sonra susmuş ve ne ses, ne de bağırış duyulmuş. Ayrıntıya şimdilik girmeyeceğim. Başta sessiz olduğu için kimse istemiyormuş demiştim. Orayada geleceğim. Şu an Güneş’e yaklaşan tek kişiyim. Yani uzun zamandan sonra. Bana bakmıyor bile. Odadaki herkes gülüyor ama, Güneş’ten “tık” yok. Dünyanın en asempatiği olan ben, Güneş’in karşında her türlü maymunluğu yapmaya hazırdım. Yaptım da… Bir saatin sonunda Güneş bana yüzünü döndü. Sonunda masmavi gözleriyle bana bakıyordu. Duvarımdaki maviden sonra ikinci maviydi. Boyamam gibi dalgalıydı gözleri. Bir heykeltıraşın elinden çıkmış sanat şaheseri gibi hareketsiz öylece duruyordu. Bense, heykellere “ucube” diyenlere büyük bir öfke duymuş
ve karşımdaki sanat eserini hayranlıkla seyrediyordum. “Sonunda başardım” derken, yüzünü tekrar pencereye çevirdi. Benim dışarıda yaptığım gibi içinden bağıra bağıra ağlıyordu. Yani ben öyle hissediyordum. Ama patlamaya hazır bir volkan gibi dışarı püskürmemişti. Galiba onunla sessiz bir iletişim kurmayı başarmıştım. Bence bu bile birşeydi…
Bütün gün yani ziyaret saatine kadar yanında oturdum. Oysa pencereden gözlerini ayırmıyordu ve niye ayırmadığını gayet iyi biliyordum. Onun için bir şeyler yapmayı her şeyden çok istiyordum. Pencereye yansıyan yüzü bir çocuğa ait değildi sanki… Yılların her anı, ona ayrı bir çile yaşatmış ve yetmiş yaş yorgunluğu ile buraraya çöküvermişti. Saçlarını okşayıp “Hepsi geçicek her şey yoluna girecek küçüğüm.” demeyi çok istiyordum. Duysaydı bu sözler ona çok saçma gelecekti. Ziyaret saati bittiğinde Yasemin yanımıza geldi ve kulağıma ” Artık gitmeliyiz.” dedi. Bana kalsa ya onun yanında kalacaktım, ya da yanımda götürecektim. Ama ne yazık ki ikiside mümkün değildi. Kalkmadan önce sessizce, ” Yine geleceğim küçük arkadaşım.” dedim. Aynı tepkisizliğini korudu küçüğüm. Bütün gönüllü aileler gitmişti, çoktan. Abartılı makyajı silmeden müdürün odasına yöneldik. Abartılı makyajı silmeden müdürün odasına yöneldik. Güneş ile iligili her şeyi öğrenmeliydim. Müdürde o sırada tam çıkmak üzereydi. Kapı eşiğinde yüz yüze geldik. Zamanını almamak için hemen konuya girdim: ” Merhabalar, sizinle Güneş ile ilgili konuşmak istiyorum.” dedim. Saati işaret etti. “Lütfen, fazla vaktinizi almayacağız” dedim. Gözlerini pörtletip büyük harflerle “offff” çekti. Odaya buyur etti, karşılıklı oturduk. “Buyrun” dedi. Söze başladım:
-Efendim benim adım, Yıldız. Bir dönem yazarlık dersleri verdim. Şimdilerde internet gazetesinde yazarlık yapıyorum. Kendime ait 1+1’lik evim var. Yalnız yaşıyorum. Ailem şehir dışında ikamet ediyorlar. Görevlilerden Sema Hanım’dan az biraz bilgi edindim. Ama daha detaylı bilgi edinmek edinmek istiyorum. Evlatlık edinemezsem de, her fırsatta gelip arkadaşı olmak istiyorum.
-Neden Güneş’le arkadaşlık etmek istiyorsunuz? Onun arkadaştan ziyade, bir anneye, babaya yani düzenli bir hayata ihtiyacı var. Eğer böyle bir hayat sunmayacaksınız, lütfen Güneş’i boş yere ümitlendirmeyin. Ayrıca düzenli bir işiniz ve ilişkiniz de yok, anladığım kadarıyla. Nasıl bir gelecek sunacaksınız çocuğa?
-Haklsınız fakat…
-Eğer gerçekten böyle bir durum yoksa beni meşgul etmeyin. İşim gcüm var. Lütfen hep beraber çıkalım. dedi ve bize önden kapıyı gösterdi.
Laflarım boğazıma özveriyle dizilmişti. Çıkarken müdür bey Yasemin’e “Nişanlınıza selamlarımı iletin, iyi akşamlar” dedi. Neden özellikle nişanlısına selam gönderdiğini anlayamamıştım. Zaten bunu düşünecek durumda değildim. Yetimhaneden çıktığımızda ağlayan palyaço ile yarışacak durumdaydım. Taksiye bindiğimizde yine de dayanamayıp Yasemin’e neden özel olarak nişanlısına selam gönderdiğini sordum. Ağızım kuruduğundan günde üç defa miting yapan siyasetçi gibi çıktı sesim. Bu sese acı acı güldük. Sonra, nişanlısının her ay hatrı sayılır bir biçimde bağış yaptığını söyledi. O zaman benim jeton “çilink” diye düşmüştü. Jetonun sesi beynimde yankılandı. Sonrasında eve varana kadar hiç konuşmadık. Yüzümdeki makyajı gözyaşlarımla temizlemiştim. Apartman kapısına vardık. Taksiciye parasını arkadaşım verdi. Apartmanın kapısından girdik, bakındık Şaşkın Raziye teyze ortalarda yoktu.
DEVAM EDECEK…