Yıllar önce, mevcut iktidar ve yandaşlarının cumhuriyet karşıtlığı, Osmanlı hayranlığı beni çok etkilemiş olmalı ki “Osmanlı diye bir millet mi var ?” Başlığı altında düşüncelerimi kaleme almış ve yayımlayarak paylaşmıştım
Bu yazım, hala yayın hayatını sürdüren, kapanmayan internet sitelerinde mevcut. Edebiyat Defteri Kültür Sanat platformunda da yayında!
Arzu eden 2016 yılında kaleme aldığım bu paylaşıma bir göz atma şansına sahip.
Bu yazıdan niçin söz etim, niye hatırlatma gereği duydum?
Okuyanlar hatırlayacak, “Diriliş ve Küçük Hikâye” başlığı ile kaleme aldığım yazımda; Turgut Özakman’ın yazdığı “DİRİLİŞ” romanı okuduğumdan söz etmiştim.
Romanı okurken, dikkatimi çeken, Çanakkale/Gelibolu Yarım Adasında, rütbeli personel arasında geçen bir konuşma ı hatırlattı, yıllar önce yazdığım yazıyı.
İsterseniz o konuşmaya hep birlikte bir göz atalım ve sonra sohbetimize kaldığımız yerden devam edelim.
– “GELİBOLU Jandarma Taburu Ece limanı ile Savlu körfezi arasındaki uzun kıyıyı gözetlemek ve gerekirse savunmakla görevliydi.
-Taburun bölükleri değişik yerlerdeydi.
-Tabur komutanı Yüzbaşı Kadri Bey durmadan birliklerini gezip denetliyor, eğitim çalışmalarını izliyor askerlerle astsubay ve subaylarla toplanıp konuşuyordu.
– 27 Alay Tabur Komutanlarından İbrahim Bey’in “Diriliyoruz” sözü duyulmuştu. Kadri bey teğmenleri topladı, “Biz kendimizi Osmanlı milletinden bilirdik, böyle bir millet var sanırdık. Türk olduğumuzu bilmezdik. Dilimizin adı Osmanlıca idi. Aslının Türkçe olduğunu bilmez, anlamazdık. Ölü bir millettik. Gençliğimizde vatan ne, vatanseverlik nedir bunları da bilmezdik.
-Gençler şaşırdılar.
-Bilmezdik ya.
-Çünkü Abdülhamit döneminde ”vatan” sözcüğünün söylenmesi, yazılması yasaktı. Şimdi söylerken içimizi titreten bu sözcük otuz yıl yasaklandı. İnanılması zor ama böyleydi. Bir gün bir arkadaşımız Mehmet Emin Bey’in bir şiirini okudu. Şiir şöyle başlıyordu: Ben bir Türküm, dinim, cinsim uludur. Duyar duymaz içim titretti. Şair bu şiiriyle “Diril Ey Türk” diye bağırıyor ve bizi uyanmaya çağırıyordu. Bu bağırışı duyduk, çağırıya uyduk. Bir arayış, uyanış ve sonunda diriliş başladı.”
Konuşma, birleşik donanma, “24 Nisan Cumartesi günü 300 gemi ve deniz aracıyla, Bozcaada ile Gökçeada arasında toplanmış, çıkartma için gerekli düzeni alıyorken yapılmış. Konuşmanın üzerinden bir asırdan daha çok zaman geçmiş.
Tesadüfümdür bilmiyorum, Çanakkale J.Alay Komutan’lığının 116. Taburunda bende görev yaptım. İsterseniz işin içine biraz latife katıyım, o konuşmayı dinleyenler arasında ben de vardım diye yazıyı biraz renklendireyim. Sizde olur mu canım yaradılışa aykırı diye ayağa kalkın.
Olmadığını elbette biliyorum.
Bu konuşmalar olurken zannedersem benim babam da hayatta yoktu. Fakat Osmanlı diye bir millet var mı yazıma bir göz atan bendeki dirilişi gözleriyle görecektir.
Bu gün devleti yöneten iktidar ve onun kaymağı ile beslenen vampirlerde tavan yapan, 2. Sultan Abdülhamit hayranlığını düşünen akıl eden her fani çırılçıplak görecektir.
Dün, 23 Nisan Uslusal Egemenlik ve Çocuk Bayramının 100’ncü yılını, dünyayı kasıp kavuran COROLA virüsü gölgesinde andık.
Bu millet kariyerinin önünde Prof.Dr. yazan “Türk dediğin bir sentezdir, Türk diye bir ırk yok” diyecek kadar cüce devşirmelere şahit oldu.
Onun için andık diyorum, çünkü sokaklara dökülüp, coşkuyla kutlayamadık. Abdülhamitçi devşirmeler, açıktan sevinmese de COVID-19 kucaklayıp öpmüştür…
Unutmayalım, “Bir gün Türkistan Pîr-i Hoca Ahmet Yesevî Hazretleri’ne sormuşlar: -“Müslüman mısın?” -“Elhamdülillah Türk’üm, Müslüman’ım” demiş. -“Neden Türklüğü katıyorsun, biz dinini soruyoruz” demişler. – ”Din seçim, Türklük kaderdir” demiş.
Cumhuriyetin kuruluşunun 100’ncü yılında umarım Atatürk’ün tanımladığı manada milli kimliğimizi hatırlar, uyanır, gerçek fikri hür, irfanı hür, vicdanı hür birey olmanın şuuruna erer; bozarız, Türk’ü din adına Araplaştırmak isteyen devşirmelerinin oyununu…