AŞURENİN LEZZETİ HİKAYESİNDE SAKLIDIR.
İçinde onlarca çeşit tahıl ve meyvenin bulunduğu tatlı bir bulamacı, o zamana kadar tahılları tuzlu, meyveleri tatlı olarak yemeğe alışmış bir çocuğa yedirmenin tek bir yolu vardır. O da, bu yemeğin müthiş hikayesidir. Dünyadaki canlılar büyük bir tufanda yok olmaktadır, bu sırada gemisine her canlıdan birer çift alarak onları kurtaran kahraman Nuh Peygamber, uzun ve çok tehlikeli deniz yolculuğu sırasında bir de açlık tehlikesiyle karşı karşıya kalır. Ambardaki yiyecekler neredeyse bitmiştir, durum çok ciddidir. Bunun üzerine Nuh ve karısı ellerinde kalan bütün yiyecekleri karıştırarak bir çorba yapmaya karar verirler. Birbirine hiç uymayan nohutla kayısının, kuru fasülyeyle incirin, buğdayla hindistan cevizinin, nar tanesiyle tarçının aynı kazanda buluşarak, mecburiyetten oluşturduğu bu enerji dolu sihirli yemeğin adı: Nuh’un çorbasıdır ve biz ona aşure deriz. Sihirlidir, çünkü Nuh’un ailesini ve hayvanları, dolayısıyla bizleri de aşure kurtarmıştır. Hikayenin mutlu sonunda hem hayvanlar, hem de Nuh ailesi aşureye bayılmışlardır. Artık bir hikayesi, ama ne hikayesi olan aşure, bir çocuk için, içindeki her malzemenin binlerce yıllık yoldan koparak, tabağına geldiği keyifli bir çizgi filmdir ve yetişkin yaşlarında bile aşure yerken yüzünde neşeli pırıltılar dolaşmasının nedeni de budur. Benzer hikayeler İmam Bayıldı, Hünkâr Beğendi ve pek çok Türk Yemeği için anlatılabilir. Çünkü yaşayarak yaratılan kültürler gerçek insan hikayeleriyle örülerek oluşur. Çünkü onlar, ‘fast-food’, abur-cubur değillerdir.
Hikayesi olan herşey insanîdir. Çünkü insan hikaye edebilen ve hikaye dinlemeye tutkun şimdilik bildiğimiz tek canlıdır. Dünya üzerinde yaşayan en zeki ve sosyal canlı diye tanımlanan insan, bu nedenle yaratıcı bir organizmadır. Ve yaratıcı etkinliklerin hepsinin kökeni hikayedir. Bilim ve sanatın bütün dallarında, boş sayfalara kalem ya da fırçayla yeni işaretler, renkler, denklemler, formüller veya sözcükler koyacak her insanın kafasında önce bir hikaye vardır. En soyut ressamdan en atonal besteciye, en emprovize caz bestecisinden, en doğaçlama şaire kadar bütün yaratıcı beyinlerde bilinçaltında saklansa da önce imgeler vardır. Her imgenin önünde veya arkasında da bir hikaye. Bu nedenle mağara duvarlarına ilk bizon resmini çizen atalarımızdan, gökteki takımyıldızlara ilk ad koyan ninelerimize kadar hepsi hikayecilerdi. *
Dilin ve sanatın nasıl doğduğunu tam olarak bilemiyor, ancak tahmin edebiliyoruz. Tahmin ederken yürüdüğümüz yolda yanımızda ‘imgeler’ adında bir rehberimiz bulunmaktadır. Çünkü imgeler ‘duyumun bir nesnesine benzeyen varlık’ ** olarak belki vardı ama ‘zihnin şeylerden edindiği tasarım veya düşünce’*** olarak ancak insandan sonra varolmuştu.
Bir görüntünün, bir nesnenin veya bir kişinin yokluğunda ve uyanıkken kurulan veya kendiliğinden ortaya çıkan tasarıma eğer zihinsel imge diyorsak, zihinsel imgenin en fazla ilişki kurduğu kavram dildir. Zihinsel imge ve dil bugünkü uygarlığın en önemli yapı taşlarındandır ve bu ikisi hikayenin mayasıdır.
İnsankızlarıyla, oğulları kadın-erkek, ya da beyaz-sarı- siyah diye değil, hikaye edebilenler ve hikaye dinleyenler olarak farklılaştılar. Çünkü insanları şu ana kadar bilebildiğimiz diğer canlılardan ayıran asıl özellik de buydu. Yaşama biçimlerimiz, düşünce ve alışkanlıklarımızda, ahlakî veya teknolojik olarak neler değişirse değişsin asıl özellik de hep bu olacaktır. Kurulan her hikaye insanların yalnızlıkları, çaresizlikleri ve zayıflıklarına dair korkularını hafifletecek, yaralarını saracaktır. Kurulan her hikaye insanlığın ortak bilincini ve tarihini, sanatını ve bilimini yaratmakta bir adım ilerlemesine yol açacaktır. Kahve fincanlarının dibindeki kurumuş telvede aranan imgeler üzerine kurulan hikayelerden, ‘ihmal edilmiş son sanat’**** olan dedikoduya kadar insanlık tarihi imgelere örülen hikayelerden oluşmuştur. O kadar ki, modern tarihçiler artık mitolojiyle-tarih, şairle-tarihçi arasındaki farkları, bir bakıma farksızlıkları tartışmaya başlamış, tarih yazımına karışan kurmacayı didiklemek cesaretine erişmişlerdir.
Benim hikayecilik anlayışım işte bu temellere dayanır. Fen bilimlerini özellikle canlı bilimleri çok seven ve yıllarca bu konuda öğrenci ve araştırmacı olarak çalışmış bir bilim insanı, yirmi dört yıldır hikaye yazan ve yayımlatan bir yazar olarak ben aşureyi hâlâ annemin bana anlattığı hikayesi ve imgeleriyle yer, aynı hikayeyi oğluma da anlatırım. Sahi siz aşure sever misiniz?