Okuyacağınız bu makaleyi, Mart 2017’de kaleme almış ve paylaşmıştım. 29 Ekim Cumhuriyet Bayramı’nda ne yazayım diye düşünürken firavunun ayak sesleri aklıma geldi. Makaleyi güncelleyip paylaşmanın yeni yazı kaleme almaktan daha anlamlı olacağını değerlendirdim.
Haklı mıyım, değil mi?
Gelin yazıya yeniden bir göz atalım ve bu kararı değerli okuyucular siz verin!
İsa’dan önce 1400 yıllarında eski Mısır’ı, kendini ilah zanneden Firavun yönetirdi.
Ölünceye kadar; iktidarda kalır, halkın emdiği sütü burnundan fitir fitir de getirdi.
Hz İbrahim, Hz Musa, kıssaları incelendiğinde; firavunun nasıl bir fira(?)un olduğu çıplak gözle görmek mümkün.
Günümüzden yaklaşık 3500 yıl öncesinin ait olduğu bilinen tek adam hegemonyasına dayalı, insanlık dışı bir rejim.
İnsani olmadığı için birçok acı deneyimlerden sonra, daha insani rejim aranırken, cumhuriyet ve demokrasi keşfedilmiş ve ideal rejim olarak benimsenmiş.
Bu güne kadar “Siyasal Bilime” adını yazdıran rejimlerin içinde: Laik, Demokratik, Parlamenter rejimden daha insancıl rejim adı yazılmadı.
Bu gerçeğe rağmen, siyasal iktidar; doğru tanımı firavunluk olan, tek adam rejimini: güle oynaya, dereden geçerken at değiştirerek, devletin tüm parasal gücünü kullanarak başımıza bela etti
Sormayacak mıyız, sizin sıkıntınız, derdiniz ne diye?
Biliyorum yazı girişinde firavundan söz ettim diye, içinizde Firavun merakı yeşerdi.
Bu yüzden yazıyı okumak yerine parmaklarınız mağos üzerinde firavun arıyor.
Açık seçik sormak isterim, 3 bin 500 yıl önce yaşanan insanlık dışı yönetim tarzına boyun eğmekle nereye varacağız?
Elbette Atatürk’ün işaret ettiği “muhasır medeniyete” varacak halimiz yok!
O tarihi köprülerin altından pek çok ırmak geçti. Irmakların yataklarından, berrak buz gibi tertemiz sular aktı.
Üç bin beş yüz yıl deyip geçmemek lazım, söylemesi kolay sayması oldukça zor!
Orta öğretimde okuyan sıradan bir öğrenciye sorsak; 3500 yıl kaç asır eder diye, doğru cevap almak için 1 asır beklemek gerekebilir.
Bunca yıl geçmiş, köprülerin altından çok su akmış; kimin umurunda? Aziz Milletin inanç zaafını bilenler, 21 yy da nur topu gibi yeni bir firavun yarattı.
Hani yaratmak yalnız Allah’a mahsustu?
Belli ki din tacirleri, tıpkı eski mısırda olduğu gibi, başında kendini İlah zanneden Firavun olmadan mutlu yaşayamıyor.
Onun içindir ki Türkiye’yi güle oynaya: Eski Mısır’ın Firavunuyla tanıştırdılar. Milleti köleliğe mahkûm etmeyi başardılar.
Hatırlar mısınız?
Türkiye Cumhuriyeti’nin Kurucusu Mustafa Kemal Atatürk “Eğer bir gün benim sözlerim bilimle ters düşerse, bilimi seçin” demişti.
Atatürk’ün ebediyete intikalinden 86yıl sonra, “Hayatta En Hakiki Mürşit İlimdir” sözünü unuttuk, cümbür cemaat; bilimi, ilmi bıraktık: gönüllü olarak esareti seçtik, kendi elimizle boynumuza demir halka taktık, ayağımıza pranga vurduk.
Bu yol doğru yol mu?
Bu gidiş selamete gidiş mi?
Bu sorunun cevabını; 75 yaşındaki Müjdat Gezen’ Ve 77 yaşındaki Metin Akpınar hakkında suç duyurusunda bulunanlar zaten verdi.
Mustafa Kemal Atatürk “Sanatsız kalan bir milletin, hayat damarlarından biri kopmuş demektir” demiş!
Sormak isterim, sanatçısı özgürce konuşamayan bir milletin sanatı olur mu?
Cevabımız hayırsa, hayat damarlarımızdan birisinin kopuşunu, el birliğiyle seyrediyoruz demektir. Bu yol, yol mu diye sormayacağım, cevap da istemeyeceğim. Bu yazıyı okuyanlar, kendi kendilerini sorgulamayı ve doğru cenabı biliyorlar. Dostlar Cumhuriyet Bayramınız kutlu olsun!