Ve İşte Başlıyoruz. Uyuyorum…
23 Haziran Pazar günü ve artık 15 yaşındayım. Neco hariç tüm tayfa doğum günümü kutladı. Onun neden gelmediğini biliyorum böyle şeyleri sevmezdi. Aslında ben de sevmiyorum ama insan bir yerde arıyor. Sevdiğiniz insanların o gün sizi unutmadıklarını bilmek güzel. Dedim ya işin ucunda ben varsam güzel. Çünkü ben zaten sevdiğim insanları hiçbir gün unutmuyorum özellikle doğum günü diye benden bir beklenti içerisinde olmalarını sevmiyorum sadece.
Kendi çapımızda bir kutlama töreninden sonra tayfayla semte attık kendimizi. Ahmet, Bilal ve Neco hepsi de aslan marka çocuklar. Bakkal Erdal’ın orada gazozlamamızı yaptıktan sonra Bilal, ”Bize gidelim playstation oynarız” diye bir giriş yapsa da hemen araya dalıp ”Oğlum playstation oynayacaksak ne diye dışarı çıktık? Bizde de oynayabilirdik. Madem bugün benim günüm ben karar verecem! Bilal sen bir Neco’ya ulaşmaya çalış bakalım. Nerede bu adam? Eve bak olmadı halı sahaya falan bak. Hee bir de salıncağa bakmayı unutma” dedim.
”Oğlum gündüz vakti orada ne işi var? Gitmez oraya.”
”Sen yine de bak aslan.”
Bu arada salıncak bizim kafa dinleme yerimiz. Tayfaya özel bir mekan yani. Bildiğin iki adet salıncak var. Sağlı sollu bir girişiyoruz aynı anda iki kişi sallanırken o günün anlam ve önemini içeren bir konuşma geliyor sırasıyla sallanan kişilerden. İkili konuşma yaparken diğerleri biralama yapıp sırasını bekliyor ve bu şekilde iki tur dönüyoruz. Salıncağın en önemli kuralı dinlemesini bileceksin. Aslında tüm yapman gereken de sadece bu. Zaten başka bir kuralı da yok. Dinlersin sıran gelince anlatırsın ve sonunda film biter herkes evlerine dağılır…
”Evet sinemaya gidiyoruz gençler. Var mı şöyle afilli bir film?” dedim. Ahmet hemen atladı ”Gençler Donnie Darko diye bir film var ben geçen kardeşimle izlemiştim eğer izlerseniz bir daha izlerim sizinle. Film çok iyi Efe” film deyince Ahmet’in içi gider adam o kadar çok film izlemiş ki sanırsın 100 yaşında falan. Lan oğlum o kadar filmi hangi ara izledin? Yemiyon, içmiyon, uyumuyon film mi izliyon arkadaş. ”Ya Ahmet izlediğin filmi bir daha mı izleyeceksin?”
”Ne var oğlum sizinle izleyecem işte hep beraber olacaz hem zaten bir bok anlamamıştım. Üstünden geçmiş olurum.”
”Hey Bilal! Ahmet sanki dönem ödevi teslim edecek son kez üstünden geçecekmiş DAllAbonA!”
Yüzümde Saçma Sapan Bir Tebessümle Uyanıyorum…
Yataktan kalkıp akşam yemeğimi yemeye üşeniyorum. Şu evde bir ses daha olsa ne de güzel olacaktı. Aslında yalnızlığı seviyorum ama kimi zaman da çekilmiyor. Neyse bir şeyler atıştırsam iyi olacak. Bir de boğazımdan geçse. En yakın arkadaşım, dostum, sırdaşım İhsan’ın babasını toprağa verdiğimiz bugün çok zor geçti. Bu zor gününde İhsan’ın yanında olmak ona çok iyi geldi. Aslında onu buraya çağırmalıyım. Yıllar önce annesini de kaybettiğinden artık o da ben gibi bomboş evinde oturacak. Ne gerek var iki dost ayrı ayrı evlerde bir başlarına yaşasınlar. Hem birbirimizden başka kimimiz var ki? İhsan benim çocukluk arkadaşım birlikte okuduk, yedik, içtik, gezdik tozduk, eğlendik ve büyüdük. En önemlisi de bu ya büyüdük.
Akşam yemeğimi de yediğime göre artık biraz dışarı çıkıp temiz hava alabilirim. Dönünce de her zaman ki gibi bilgisayar başında günlük gazetelerimi okuyup, zaman geçiririm. Bu temiz hava alma işi gerçekten de iyi geliyor. En büyük aktivitem de bu ya. Genelde kaldırımda yürümeyi sevmem; insanların arasında olmak oldum olası canımı sıkmıştır. Fakat bu şekilde de her daim bir ezilme tehlikesi ile karşı karşıyayım. Bir keresinde çok yaklaşmıştım. Gerçekten de neredeyse olacaktı. Adam camdan kafasını uzatıp şöyle demişti: ”Kaldırımdan yürümesini bilmiyor musun? Söylesene onu oraya ne diye yapmışlar ha?”
”Haklısın özür dilerim.” deyip geçiştirmiştim. Gerçekten de o kaldırımları o yollar ne diye yaptıklarını çok merak ediyorum. İnsanların iyiliği içinse; engelli olanlar insan değil mi diye düşünmeden edemiyorum. Yok hayır yoldan geçip duran arabaların iyiliği içinse; televizyonlarda sıklıkça görüyorum bazı arabalar koca yol yetmezmiş gibi kaldırımdan gitmeye çalışıyorlar. Sürekli bir bu yöne geçme hevesi içindeler ve genelde de alkollü insanlar araba kullanırken kaldırımları tercih ediyor. Acaba kimin iyiliği için ya da bu kaldırımlar kimler için varlar?
Her gün bu temiz hava alma işimi yaparken rutin şeyleri takip ediyorum. Bir süre yürüyüp iyice yorulduktan sonra dinlenmek için oturduğum bir park var orada biraz takılır daha sonra da Veranda Bar’a uğrar ilk biramı bir dikişte ikincisini ise sağı solu keserek insanların kendi arlarında yaptıkları garip muhabbetleri dinleyerek yavaşça içer ve kalkarım. Uzun süredir aynı saatlerde buraya geliyorum ve artık neredeyse insanlar hep aynı, üç beş değişik yüzün dışında sanki burası bir iş yeri ve biz de çalışanları gibiyiz ne yana dönsem hep aynı yüzler artık selam almaktan yorulur oldum. Tek tek herkesle de selamlaşmazsan olmuyor. Hemen biri yanında bitiveriyor; ”Hayrola bir derdin mi var? Beni görmedin mi?” yahu arkadaşım şuraya biraz da olsa kafamızı dinlemeye geliyoruz ne oturup sohbet etmek istiyorum ne de seninle selam savaşı yaşamak. Oradaki insanların aralarında yaptıkları gündelik sohbetler bir dizi etkisi yaratıyor bende ve artık her gün orada olmamın sebebi de tutkunu olduğum bir dizinin yeni bölümünü kaçırmak istememem gibi.
Neyse hava biraz aydınlanınca oradan da çıkar Nezaket ablanın yanına uğrarım. Nezaket abla yıllardır belirli bir yerde durur ve adeta bir polis gibi arabalara gel geç yapar. Neden bu işi yaptığını hiç anlatmadı ama vardır bir bildiği der hep bir gün anlatacak ümidiyle beklerim. Ne de olsa sorular sorarak onu işinden alı koymak değil istediğim sadece onunla yapılan günlük muhabbetler. ”Bugün nasılsın Nezaket abla? İşler nasıl gidiyor Nezaket abla? Bir sıkıntın ya da bir şeye ihtiyacın var mı Nezaket abla?” gibi. Eskiden arabam varken Nezaket ablanın oradan her geçişimde elimde avucumda ne kadar bozukluk varsa ona verirdim. Ve eklerdim. ”Sana benim kadar bahşişi veren yoktur hea iyisin valla ama bir gün başım sıkışır da paraya ihtiyacım olursa gideceğim ilk yer senin yanın olacak!” diye. Allah’ı var o gün geldiğinde söylediğim gibi yanına da gittim. Ve Nezaket abla o gün sanki ben sormadan durumu anlamışcasına elini göğsünün oraya soktu ve koca bir deste para çıkardı bana, ”Ne kadar var bilmiyorum, al say bak işini görürse devam et yok eğer yetmezse söyle seni bir yere göndereyim.” dedi. Beynimden vurulmuşa dönmüştüm çünkü; elimde gerçekten de çok para vardı. Ben daha ağzımı açamamıştım ki Nezaket abla ”Hadi ne duruyorsun? İşime engel olma, devam et.” demez mi. O gün bana yardımcı olduktan sonra borcumu ödemek için her gün arabamla oradan geçmeye başlamıştım. Çünkü Nezaket abla, o parayı tekrar götürüp versem kabul etmeyecek türden bir insandı. Ve her önünden geçişimde karşı tarafa dur bana da hep geç, devam et derdi. İnadına durur bozukluklarımı verir öyle geçerdim.
Nezaket ablayla olan rutin muhabbetlerimiz sonrasında ise öğle vakti evimin yolunu tutarım. Yine uzunca bir yol yürüyüşünden sonra, işte geldik buradayız. Evim güzel evim. Bu dünyada evini benim kadar seven bir insan evladı daha var mı acaba? Hemen çayın altını açıp üst değiştirme merasiminden sonra güzel bir kahvaltı eşliğinde sabah haberlerini izler ve devamında da bilgisayarımın başına geçer günlük gazetelerimi okurum. Elbette takip ettiğim köşe yazarları var onları okumadan yastığa başımı koyduğum her gün bir şeyler eksik gibi hissediyorum.
Devam edecek…